ARŞİV

KLASSPOR'DAKİ YAZILARIM


***************************
***************************
(21 Mayıs 2011)
ANKARAGÜCÜ SEZON BAŞINDA NE HAYALLER KURMUŞTU
Büyük iddialarla başlanan 2010-2011 sezonu nihayet bitti…
Son maçında evinde Antalyaspor’u konuk eden ve 100. yılını geride bırakan Ankaragücü, 3-2 yenildiği karşılaşma sonrasında sezonu 41 puanla düşme hattının üzerinde tamamladı…
Ahmet Gökçek yönetiminin vaatleri nedeniyle taraftarın büyük beklentiye girdiği ve kupa beklediği sezon, yaşanan sorunlar nedeniyle, ne yönetimi ne de taraftarı memnun etti…
Ahmet Gökçek başkanlığındaki yönetim, geçmiş yönetimle yaşadığı mahkemeler, Mesut Bakkal’dan önce görev yapan teknik adam Ümit Özat ise hep taraftarla sorunlu oldu…
Mesut Bakkal’ın göreve gelmesi sonrasında yaşanan pozitif enerji, büyük sorunların “halının altına” süpürülmesini sağlarken, gelinen nokta; bunun daha fazla sürdürülemeyeceğinin gün ışığına çıkmasıdır…
Futbolcu alacaklarının ödenmesi daha ne kadar ertelenebilir ki…
Sorunları ertelemek ya da ötelemek bunların çözümüne ne kadar katkı sağlayabilir ki…
Bir kez daha tekrarlıyorum…
Teknik direktör Mesut Bakkal’ın göreve gelmesi ve olumlu tavrı, takım ve taraftar üzerinde pozitif bir katkı sağlamış ve bu dönemde alınan her türlü sonucun tüm kesimlerce büyük bir olgunlukla kabul edilmesini sağlamıştır…
Şundan emin olabiliriz; takımın başında Ümit Özat da olsa bu dönemde, bu oyuncu kadrosundan oluşan ekiple bu sonuçları alabilirdi…
Hatta ligi daha da iyi bir yerde bitirebilirdi…
Ancak kesin olan bir şey var ki, sarı lacivertli taraftarı kesinlikle memnun edemezdi…
Evet…
Ankaragücü, Mesut Bakkal’ın göreve gelmesinden sonra en azından taraftarının bir bölümü huzuru buldu ve keyifli haftalar yaşadı.
Ancak kesin olan bir şey var ki, eğer sorunlar önümüzdeki sezon da kaldığı yerden ve yönetim tarzı aynı şekilde devam ederse, şimdiden şunu söyleyebiliriz:
-Değişen hiçbir şey olmayacaktır ve 2011-2012 de kaybedilen bir sezon olacaktır.
Sezonun son maçına gelince; Antalyaspor karşısında başkent temsilcisi geçen hafta İstanbul’da oynanan ve farklı biten Fenerbahçe karşılaşmasının olumsuz etkileri ile sahaya çıktı…
Henüz maçın 3. dakikasında Tita Antalyaspor’un ilk golünü attı…
Necati Ateş 14. dakikada ve 44. dakikada attığı gollerle ilk yarının sonucunu belirledi ve bu devre konuk ekip lehine 3-0 tamamlandı.
İkinci yarıya Vittek’in yerine Bednar ve Murat Duruer’in yerine de Turgut Doğan’ı alarak başlayan Ankaragücü oyuna etkili başladı…
47. dakikada Özgür’ün faul atışından ceza alanına gönderdiği topu Rajnoch kafa ile ağlara gönderdi.
56. dakikada Turgut Doğan müthiş çalımlarla soldan son çizgiye kadar indi yaptığı ortayı Bednar kafa ile filelerle buluşturdu ve karşılaşma da Antalyaspor lehine 3-2 tamamlandı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
(2 Mayıs 2011)
TARAFTAR BÜYÜK KEYİF ALDI
Ankaragücü, Süper Lig’in 31. haftasının kapanış maçında, ligin özellikle ilk yarısında sürpriz sonuçlarla adından söz ettiren ekibi Kardemir D.Ç. Karabükspor’u sahasında konuk ederken karşılaşmaya mutlak galibiyet düşüncesiyle çıktı…. Ancak maç 0-0 sonuçlandı.
Ligin sonlarına yaklaşırken, her iki ekibin de lig sıralamasındaki yerleri ve pek de bir amaçlarının olmaması nedeniyle Ankara 19 Mayıs Stadı’nı dolduran yaklaşık 15 bin coşkulu taraftarın tek beklentisi kaliteli futbol izlemekti…
Pazartesi günü akşam saat 8’de güzel bir Ankara akşamında taraftar sabırsızlıkla beklediği golü göremese de, sarı lacivertli ekip, Sapara, Sestak, Özgür gibi çok önemli eksiklerine rağmen rakip kalede Bednar, Turgut ve Fatih Tekke ile çok sayıda gollük pozisyon buldu. Ancak başkentliler, bu pozisyonlarda ya oyuncuların son vuruşlardaki isabetsizlikleri ya da Karabük takımının savunmasını geçmeyi başaramadı.
Konuk takımın etkili golcüsü Emenike’nin 43. dakikada sakatlanarak yerini Birol’a bırakması gol yollarındaki etkisini iyice azaltırken, Ankaragücü’nün de işini kolaylaştırdı.
İkinci 45 dakikada Karabükspor neredeyse Ankaragücü ceza alanı içini bile göremedi…
Oyunun bu bölümünde de ev sahibi takımın oyuncuları ürettikleri sayısız pozisyonu golle sonuçlandıramadı.
Yukarıda da dediğimiz gibi, ligin sonları yaklaşırken, hele bir de amaçsızsan maça motive olmak hiç de kolay olmuyor… Ancak tüm bunlara rağmen Ankaragücü futbolcuları tribünlerdeki taraftarlarına keyifli bir akşam yaşattı…
Ankaragücü, özellikle teknik direktör değişikliği sonrasında yaşanan olumlu hava ve huzurlu bir ortamda neler yapılabileceğini kanıtladı.
Takımdaki bu huzurlu ortam daha önce “doksan dokuz” parçaya bölünen ve her kafadan bir ses çıkan tribünleri de birleştirdi.
Bu birlik havası da gelecekte yaşanacak güzel günlerin habercisi gibi…
Başkent temsilcisi bu sonuçla ligin bitimine 3 hafta kala 40 puanla lig sıralamasında 9.’luğa yükseldi ve geç de olsa gerçekleştirilen teknik heyet değişikliğinin ne kadar isabetli bir karar olduğu da görülmüş oldu..
Öte yandan karşılaşmanın son anları oynanırken hakem Serkan Çakır ilginç bir düdük çaldı...
Uzatma dakikakaları oynanırken, hakem Çakır Ankaragücü ceza alanı içinde yaşanan pozisyonda Aydın’ın hareketine düdük çaldı…
Karabüksporlu oyuncular ve yedek kulübesi “penaltı kararı" verildi diye sevinirken, Çakır yardımcısı Ekrem Kan ile yaptığı görüşme sonrası oyunu hava atışıyla başlattı.
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(15 Nisan 2011)
DİYET
Ömer Seyfettin’in daha ilkokul yıllarında öğrendiğimiz muhteşem bir hikâyesi vardır... D İ Y E T…
Yaptığı iyiliğin karşılığını almak için bulduğu her fırsatı değerlendiren ve bunu olur olmaz anlarda ve yerlerde hatırlatan birinin hikâyesidir bu…
Şimdi de hikâyeyi hatırlayalım:
Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkânında tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışan Koca Ali, tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir aslanı andırıyordu. Uzun boylu, iri pençeli, kalın pazılı, geniş omuzlu bir pehlivandı. On yıldır bu karanlık in içinde ham demirden dövdüğü kılıç ve namluları tüm Anadolu'da, tüm Rumeli'de sınır boylarında büyük bir ün kazanmıştı. Hatta İstanbul'da bile yeniçeriler, satın alacakları kamaların, saldırmaların, yatağanların üstünde "Ali Usta'nın işi" damgasını arıyorlardı. O, çeliğe çifte su vermesini biliyordu. Uzun kılıçlar değil, yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur, kırılmazdı, "Çifte su vermek" sanatının, yalnız ona özgü bir sırrı vardı. Yanına çırak almaz, kimseyle çok konuşmaz, dükkânından dışarı çıkmaz, durmadan uğraşırdı. Bekârdı. Hısımı, akrabası yoktu. Kentin yabancısıydı. Kılıçtan, demirden, çelikten, ateşten başka söz bilmez, pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı. Yalnız savaş zamanları ocağını söndürür, dükkânının kapısını kilitler, kaybolur, savaştan sonra ortaya çıkardı. Kentte onunla ilgili birçok hikâye söylenirdi. Kimi "cellât elinden kaçmış bir çelebi", kimi "sevgilisi öldüğü için dünyadan elini eteğini vakitsiz çekmiş garip" derdi. Siyah şahane gözlerinin mağrur bakışından, soylu davranışlarından, gururlu suskunluğundan, düzgün sözlerinden onun öyle sıradan bir adam olmadığı belliydi... Ama kimdi? Nereliydi? Nereden gelmişti? Bunları bilen yoktu. Halk onu seviyordu. Kentte böyle tanınmış bir ustanın bulunması herkes için ayrı bir övünç kaynağıydı.
- Bizim Ali...
- Bizim koca usta...
- Dünyada eşi yoktur...
- Zülfikar’ın sırrı ondadır!.. Derlerdi.
Koca Ali en kalın, en katı demirleri mısır yaprağı gibi incelten, kâğıt gibi yumuşatan sanatını kimseden öğrenmemiş, kendi kendine bulmuştu. Daha on iki yaşındayken, sert bir beylerbeyi olan babasının başı vurulmuş, öksüz kalmıştı. Amcası çok zengindi. Gösterişe düşkün bir vezirdi. Onu yanına aldı. Okutmak istedi. Belki devlet katında yetiştirecek, büyük görevlere çıkaracaktı. Ama Ali'nin yaratılışında "başkasına gönül borcu olmak" gibi bir sızlanmaya yer yoktu. "Ben kimseye eyvallah etmeyeceğim," dedi. Bir gece amcasının konağından kaçtı. Başıboş bir adsız gibi dağlar, tepeler, dereler aştı. Adını bilmediği ülkelerde dolaştı. Sonunda Erzurum'da yaşlı bir demircinin yanına girdi. Otuz yaşına kadar Anadolu'da uğramadığı kent kalmadı. Kimseye boyun eğmedi. Gönül borcu olmadı. Ekmeğini taştan çıkardı. Alnının teriyle kazandı, içinde "kutsal ateş"ten bir alev bulunan her yaratıcı gibi, para için değil, sanatı, sanatının zevki için çalışıyordu. "Çeliğe çifte su vermek" onun aşkıydı. Gönüllü olarak savaşlara gittiği zamanlar yeniçerilerin, sipahilerin, sekbanların arasında, Ali Usta, işinin övgüsünü duydukça tadı dille anlatılmaz bir mutluluk duyardı. Ölünceye kadar böyle hiç durmadan çalışırsa daha birkaç bin gaziye kırılmaz kılıçlar, kalkanlar parçalayan çelik yatağanlar, zırhlar, keskin ağır saldırmalar yapacaktı. Bunu düşündükçe gülümser, tatlı tatlı yüreği çarpar, ruhundan kopan bir atılımla örsünün üzerinde milyonlarca kıvılcım tutuştururdu.
- Tak!
- Tak, tak!...
- Tak, tak!
İşte bugün de sabah namazından beri durmadan on saat uğraşmıştı. Dövdüğü eğri namluyu örsünün yanındaki su fıçısına daldırdı. Ocağının sönmeye başlayan ateşine baktı. Çekici bırakan eliyle terini sildi. Kapıya döndü. Karşıki mescitte dokunaklı dokunaklı akşam ezanı okunuyor, bacasının tepesindeki yuvada leylekler sonu gelmez bir takırdı koparıyorlardı. İkindi abdesti daha duruyordu. Yalnız ellerini yıkadı. Kuruladı. Yenlerini indirdi. Saltasını omzuna attı. Dışarıya çıktı. Kapısını iyice çekti. Kilitlemeye gerek görmezdi. Uzun alandan mescide doğru yürüdü... Kentin kenarındaki bu gösterişsiz tapınağa hep yoksular getirdi. Minaresi sokağa bakan küçük bir pencereydi. Müezzin buradan başını çıkarır, ezanını okurdu.
Koca Ali mescide girince her zamankinden fazla kalabalık gördü. Hep üç kandil yakılırken bu akşam ramazan gibi bütün kandiller yanmıştı. Daha namaz safları dizilmemişti. Kapının yanına çöktü. Yanında alçak sesle konuşanların sözlerine istemeye istemeye kulak kabarttı. Konya'dan iki garip dervişin geldiğini, yatsı namazına kadar Mesnevi okuyacaklarını duydu.
Akşam namazı kılınıp, bittikten sonra mescittekilerin bir bölümü çıktı.
Koca Ali yerinden kımıldamadı. Zaten biraz başı ağrıyordu. "Mesnevi dinler, açılırım!" dedi. Büyük bir gönül rahatlığı içinde, iki garip dervişin ruhu ürperten ezgileriyle kendinden geçti. Her âşık gibi onun yüreğinde de sonsuz bir kendinden geçiş, bir coşku, bir kaynaşma yeteneği vardı. En küçük bir nedenle coşardı. Anlamını çıkaramadığı bir dilin gizemli uyumu, durgun kanını sular altında saklı derin bir su çevrintisi gibi kaynattı. Her yanı nedensiz bir sarsıntıyla titriyor, sökülmez bir hıçkırık boğazına düğümlenir gibi oluyordu. Yatsı namazını kıldıktan sonra mescitten çıkınca, doğru dükkânına giremedi. Yürüdü. Uykusu yoktu. Ilık, yıldızlı bir yaz gecesiydi. Samanyolu, sarı altın tozundan göz alabildiğine bir bulut gibi göğün bir yanından öbür yanına uzanıyordu. Yürüdü, yürüdü. Kentten mandıralara giden yolun geçtiği tahta köprüde durdu. Kenara dayandı. Geniş derenin dibine yansıyan yıldızlar, ışıktan çakıl taşları gibi parlıyor, şırıldıyordu. Kenardaki karanlık top söğütlerde bülbüller ötüyordu. Daldı, gitti. Saatlerce kımıldamadı. Dinlediği ezgilerin ruhunda kalan uyumlarını işitiyor, tıpkı mescitteki gibi kendinden geçiyordu. Ansızın arkasından bir ses:
- Kimdir o?... diye bağırdı.
Daldığı tatlı düşten uyandı. Döndü. Köprünün öbür yanında iki üç karaltı ilerliyordu. Elinde olmadan karşılık verdi:
- Yabancı yok!
- Kimsin?
- Ali...
Gölgeler yaklaştı. Bir adım kalınca onu giyiminden tanıdılar:
- Koca Ali... Koca Ali, be!
- Sen misin, Ali Usta?
- Benim!
- Ne arıyorsun bu saatte buralarda?
- Hiç...
- Nasıl hiç? Suya çekicini mi düşürdün yoksa!...
Bunlar kent subaşısının adamları, bekçilerdi. Kol geziyorlardı. Ne diyeceğini şaşırdı. Geceleri afyon yutan bu serseriler, namuslular gözünde hırsızlardan, uğursuzlardan daha korkunçtu. Kendilerinden başka dışarıda bir gezeni yakaladılar mı, dayaktan canını çıkartırlardı. Ama, ona kötü davranmadılar.
Bekçibaşı:
- Ali Usta, sen deli mi oldun? dedi.
- Yok.
- Böyle gece yarısına yakın değil, hatta yatsıdan sonra sokakta, hele böyle kentin kıyısında kimsenin dolaşmasına ağamızın izin vermediğini bilmiyor musun?
- Biliyorum.
- Ee, ne arıyorsun buralarda?
- Hiç...
- Nasıl hiç...
Koca Ali yine ses etmedi. Bekçiler onun namuslu bir adam olduğunu biliyorlardı. Hırpalamadılar. Yalnız:
- Haydi yerine git, dolaşma... dediler.
Geldiği yollardan hızlı hızlı dönen Koca Ali, ruhunda demin dinlediği uyumu tekrarlıyordu. Bülbüller keskin keskin ötüyor, uzaktan mandıraların köpekleri havlıyorlardı. Sokakta hiç kimseye rast gelmedi. Dükkânının önüne gelince durdu. Bacasının üstündeki leylek uyumamış, kefenli bir görüntü gibi ayakta duruyordu. Kapısı aralıktı. Çıkarken sıkı sıkıya kapadığını hatırladı:
- Tuhaf, rüzgâr açmış olacak!... dedi.
İşine yaramazdı ki, hırsız aşırmak sıkıntısına girsin...
İçeriden kapıyı sürmeledi. Bekçilerin karışması canını sıkmıştı. İşte kentte yaşamak da bir türlü tutsaklıktı. Öte yandan da dağ başında, köyde sanatı geçmezdi. Birden ağır bir yorgunluk duydu. Kandilini yakmaya üşendi. Ocağın soluna gelen alçak musandıraya el yordamıyla çıktı. Büyük bir ayı pöstekisinden oluşmuş yatakçığına uzandı.
Sıçrayarak uyandı. Kapısı vuruluyordu. Uyku sersemliğiyle:
- Kim o? diye haykırdı.
- Aç çabuk.
Sabah olmuştu. Kapının aralıklarında bembeyaz ışık çizgileri parlıyordu. O hiç böyle dalıp kalmaz, güneş doğmadan uyanırdı. Doğruldu. Musandıradan atladı. Ayakkabılarını bulmadan yürüdü. Hızla sürmeyi çekti. Birdenbire açılan kapının dükkânı dolduran aydınlığı içinde, palabıyıklı, yüksek kavuklu Bekçibaşı'yı gördü. Arkasında keçe külâhlı, çifte hançerli genç yamakları da duruyorlardı. "Ne var?" der gibi yüzlerine baktı. Bekçibaşı:
- Ali Usta, dükkânı arayacağız! dedi. Koca Ali şaşkınlıkla sordu:
- Niçin?...
- Bu gece Budak Bey'in mandırasında hırsızlık olmuş.
- Ee, bana ne?...
- Onun için işte dükkânı arayacağız.
- O hırsızlıktan bana ne?
- Hırsızlar çaldıkları bir kuzuyu köprünün altıda kesmişler. Meşin keselerin içindeki paraları alarak bir tanesini oraya bırakmışlar.
- Bana ne?...
- O keselerden bir tanesini de bu sabah senin dükkânın önünde bulduk... Sonra... Şu eşiğe bak. Kan lekeleri var!
Koca Ali, kamaşan gözleriyle kapısının temiz eşiğine baktı. Gerçekten el kadar bir kan lekesi sürülmüştü. O, bu kırmızı lekeye dalgın dalgın bakarken, palabıyıklı bekçi:
- Hem bu gece, geç saatte ben seni köprünün üstünde gördüm, orada ne arıyordun? dedi.
Koca Ali yine verecek bir karşılık bulamadı. Önüne baktı:
- Arayın... diyerek geri çekildi. Bekçiyle yamakları dükkâna girdiler. Örsün yanından geçen yamaklardan biri haykırdı:
- Ay! İşte, işte...
Koca Ali elinde olmadan, bekçinin baktığı yana gözlerini çevirdi. Yeni yüzülmüş bir deri gördü. Şaşırdı. Yamaklar hemen deriyi yerden kaldırdılar. Açtılar. Daha ıslaktı. Bir ağalarının, bir de suçlunun yüzüne bakıyorlardı. Bekçibaşı köpürerek sordu:
- Çaldığın paraları nereye sakladın?
- Ben para çalmadım.
- İnkâr etme, işte kuzunun derisi dükkânında çıktı.
- Ya kim koydu?
- Bilmiyorum.
Koca Ali öyle uzun boylu konuşmazdı. Subaşının karşısına çıkartıldığı zaman da, gece geç saatte köprünün üstünde ne aradığını anlatamadı. Bekçilerin bulduğu bütün kanıtlar aleyhine çıkıyordu. Budak Bey'in yeni sattığı beş yüz koyunun parası da mandıradan çalınmıştı. İki güçlü hırsız, bekçi çobanı sımsıkı bağlamışlardı. Sonra canını çıkarıncaya kadar dövmüşler, hatta işkence için bir kolunu da kırmışlardı. Ertesi gün yargıcın önünde bu çoban, hırsızın birini Koca Ali'ye benzettiğini söyledi. Gece geç saate kadar dükkânına gelmemesi, derinin dükkânda, para keselerinden birinin kapısı önünde bulunması, Koca Ali'nin suçlanmasına yetti. Ne kadar inkâr etse hırsızlık suçunu silemiyordu. Üstelik nereden geldiği, nereli olduğu da belli değildi.
Sol kolunun kesilmesine karar verildi.
Koca Ali bu kararı duyunca, ömründe ilk kez sarardı. Dudaklarını ısırdı. Karara boyun eğmekten başka yolu yoktu... Sendeleyerek ayağa kalktı. Yargıca dik bir sesle:
- Kolumu bırakın, kafamı kesin! diye dilekte bulundu.
Bu, ömründe onun ilk dileğiydi. Ama yaşlı yargıç hak yemez biriydi.
- Hayır oğlum, dedi. Sen adam öldürmedin. Eğer çobanı öldürseydin, o zaman kafan giderdi. Ceza suça göredir. Sen yalnız hırsızlık ettin. Kolun kesilecek Hak böyle istiyor. Yasaların kestiği yer acımaz...
Koca Ali'nin kolu kafasından çok değerliydi. Çeliğe "çifte su"yu bu iki koluyla veriyor, bu iki eliyle sınırlarda dövüşen binlerce gaziye çelik kalkanları kıran, ağır zırhları yırtan, demir tolgaları ikiye biçen tüy gibi hafif kılıçlar yetiştiriyor, yok pahasına, pir aşkına çalışıyordu.
Onu, Ağa kapısında bekçilerin odası altına kapattılar. Cezanın uygulanacağı günü burada bekliyor, hiç sesini çıkarmıyor, çolak kalınca örsünün başında çekiç vuramayacağını düşünerek, tanrısı ölen inançlı bir kişinin yasını duyuyordu. Kolunun diyetini verecek on parası yoktu... Şimdiye kadar para için çalışmamıştı.
Bütün kent halkı, Koca Ali gibi büyük bir ustanın kolu kesileceğine acıdı. Bu kadar yakışıklı, mert, çalışkan, güçlü, güzel bir adamın ölünceye kadar sakat sürünmesine en duygusuz gönüller bile dayanamıyordu.
İşte herkes onu seviyordu.
Sipahiler onlara çok ucuza kılıç döven bu adamı kurtarmaya sözleştiler. Kentin en büyük zengini Hacı Mehmet'e başvurdular; bu adam Karun kadar mal sahibi olduğu halde son derece cimriydi. Hâlâ kentin pazar yerinde küçük bir dükkânda kasaplık yapıyordu. Düşündü, taşındı; nazlandı. Suratını ekşitti. Başını salladı: Ama sipahilerle iyi geçinmek gerekiyordu.
- Değil mi ki siz istiyorsunuz, dedi. Ben de onun kolu için diyet veririm. Ama bir koşulum var.
- Ne gibi? diye sordular.
- Varın kendisine söyleyin. Eğer ben ölünceye kadar bana, hiç para almadan hizmetçilik, çıraklık etmeye yanaşırsa...
- Pekâlâ, pekâlâ...
Sipahiler, Ağa kapısına koştular. Hacı Kasap'ın önerisini Koca Ali'ye söylediler. O, önce "kasaplık bilmediğini" ortaya sürdü. Kabul etmek istemiyordu. Sipahiler:
- Adam sen de! Kasaplık iş mi? O kadar savaş gördün. Kılıç salladın. Bağlı koyunu yere yatırıp kesemez misin? diye üstelediler. "Kula kul olmak", ölümlü dünyada "birisine gönül borcu duymak" acıların en büyüğüydü.
O daha çok gençken, vezir amcasının kayırmasını bile çekememiş, gönül borcu altında kalmamak için aile ocağından kaçmış, gurbet ellerine atılmıştı. Şimdi kör talihi, onu bak kime köle edecekti? Sipahiler:
- Hacı'nın yaşı yetmişi aşmış... Zaten daha ne kadar yaşar ki... O ölünce yine sen özgür kalır, bize kılıç yaparsın. Haydi, düşünme usta, düşünme! diyorlardı.
Hacı Kasap, kesilecek kolun diyetini yargıca saydığı gün Hoca Ali'yi arkasına taktı. Dükkânına getirdi. Bu adam pek titiz, pek huysuz, oldukça çekilmez biriydi. Hiç durmadan dırdır söylenirdi. Cimriliğinden şimdiye kadar bir hizmetçi, bir çırak tutamamıştı. Koca Ali'yi eline geçirince hemen dükkânının köşesinde bir set yerleştirdi. Üstüne bir şilte koydu. Geçti, oraya oturdu. Her şeyi ona yaptırmaya başladı. Ama her şeyi... Sabah namazından beş saat önce kentten iki saat ötedeki mandırasından o gün satılacak koyunları ona getirtiyor, ona kestiriyor, ona yüzdürüyor, ona parçalatıyor, ona sattırıyor... ta akşam namazına kadar durmadan buyruklar veriyordu. Zavallıya yedirdiği, içirdiği yalnız bulgur çorbasıydı. Bazen kendi artıklarını köpeğe verir gibi önüne atardı. Geceleri dükkânı baştan aşağı yıkatıyor, uykuya yatmadan ertesi sabah için koyun getirmek üzere mandırasına yolluyordu. Odununu bile ormandan ona kestiriyor, suyunu ona taşıtıyor, her işi, her işini ona gördürüyordu. Hatta evinin bahçesindeki lağım kuyusunu bile ona temizletti.
Koca Ali sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya yıllarca göğüs gerebilecekti. Ama Hacı Kasap'ın ikide bir:
- Ulan Ali!... Kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!... diye yaptığı iyiliği tekrarlamasına dayanamıyordu. Bir gün, iki, üç gün dişini sıktı. Durmadan çalıştı. Gece uyumadı. Gündüz koştu. Efendisinin karşısında elpençe divan durdu. Yine:
- Kolunun diyetini ben verdim.
- ...
- Şimdi çolak kalacaktın, ha...
- ...
- Benim sayemde kolun var.
- ...
Hacı Kasap bu sözleri âdeta "aferin" dercesine diline dolamıştı. Her buyruğunun yerine getirilmesinden sonra kır sakallı, çirkin, sıska yüzünü ekşiterek, mavi çukur gözleriyle onu tepeden tırnağa kadar süzer, "Aklında tut, benim tutsağımsın!" der gibi verdiği diyeti hatırlatırdı. Koca Ali susar, yüreğinin parçalandığını, göğsüne sıcak sıcak bir şeyler yayıldığını, kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı. Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri uğraşırken, mandıraya gidip gelirken, salhanede koyunları yüzerken, müşterilere et keserken, "Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünüyor, hiçbir şeye karar veremiyordu. Dünyada kimseye eyvallah etmeyerek azla yetinip, gururun mutluluğu için yaşamak isterken başına gelen bu bela neydi?
Kaçmayı namusuna yediremiyordu. İşte o zaman gerçekten hırsızlık etmiş olacaktı. Ama bu herifin ikide bir de yaptığını başa kakmasına dayanmak ölümden pek güç, ölümden pek acı, ölümden pek ağırdı...
Hacı Kasap'a köle olduğunun tam haftasıydı. Günlerden cumaydı. Yine erkenden mandıraya gitmiş, koyunları getirmiş, salhanede yüzmüş, dükkândaki çengellere asmıştı. Tezgâhın solundaki büyük, yağlı siyah taşta satırları biliyor, yine "Ne yapacağım, ne: yapacağım?" diye düşünüyor, dudaklarını ısırıyordu. Daha efendisi gelmemişti. Satırları bitirince büyük bıçakları bilemeye başladı.
"Ne yapacağım, ne yapacağım?" diye düşünmeye öyle dalmıştı ki, kasabın geldiğini duymadı. Ansızın uğursuzun boğuk sesi yüreğini ağzına getirdi:
- Ne yapıyorsun be?...
Döndü. Efendi köşesine oturmuş, çubuğunu tüttürüyordu:
- Bıçakları biliyorum, dedi.
- Hay tembel miskin hay!... Sabahtan beri ne yaptın?
Ses çıkarmadı. Kapakları çürümüş bu küçük, bu hain, bu yılan gözlere kırpmadan baktı, baktı. İhtiyar beklemediği bu acı bakışa kızdı. Sordu:
- Ne bakıyorsun?
- ...
Koca Ali sesini çıkarmıyor, bir hafta içinde belki beş yıllık hizmetini durup dinlenmeden gördüğü halde onu yine "tembel, miskin" diye kötülemekten sıkılmayan bu kötü insanı ezici bir bakışla süzüyordu. Yine yüreği parçalanır gibi oluyor, göğsüne sıcak bir şeyler yayılıyor, çeneleri kilitleniyor, şakakları zonkluyordu. Bir anda bu titreme durdu. Koca Ali gözlerini açtı. Bir hafta buna nasıl dayanmıştı? Şaşırdı. Hacı Kasap çubuğu yanına bıraktı. Hizmetçisinin bu ağır bakışından kurtuluvermiş gibi dırlandı:
- Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba! dedi. Ben olmasaydım şimdi çolak kalacaktın...
Koca Ali yine karşılık vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldırdı, ağır satırı öyle bir indirdi ki... O anda kopan kolunu tuttu. Gördüğü şeyin ürperticiliğinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasap'ın önüne:
- Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! diye hızla fırlattı. Sonra giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaptı. Dükkândan çıktı.
Onun bir zamanlar geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de, kentte kimse öğrenemedi.
Bu hikâyeyi niye anlattık?
19 Nisan’da mahkemenin vereceği karar öncesi yine sahnelenen oyunlar ve Ankaragücü’nün iki grubun elinde oyuncak haline gelmesi bu hikâyeyi aklımıza getirdi…
Ankaragücü’nün kendilerinin olduğunu iddia eden eski yöneticiler genel kurul üyeleri üzerindeki, mevcut yönetim de takım üzerindeki etkileri nedeniyle kulübün sahibi olduğu iddiasındalar…
Ancak bilinmelidir ki, bir gün kulübün gerçek sahipleri hikâyede olduğu gibi her iki ekibe de diyetini ödeyip 100 yıllık çınarın hiç kimsenin “malı” olamayacağını herkese göstereceklerdir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------(2 Nisan 2011)
USTA İŞİ GOLLER
Ankaragücü, evinde ağırladığı Eskişehirspor ile 2-2 berabere kalırken futbolseverler birbirinden güzel 4 gol izledi.
Hemen baştan söyleyelim konuk Eskişehirspor daha derli toplu idi ve daha takım görüntüsü verdi...
Ancak bu ifadeden kesinlikle karşılaşmadan Ankaragücü'nün galip ayrılamayacağı anlamı çıkmamalı...
Çünkü iki kez geriye düşen sarı lacivertli ekip eksiklerine rağmen "usta ayakları"nın kazandırdığı gollerle sahadan berabere ayrılmayı başardı.
Sapara-Adem-Gabriç-Sestak'ın eksikliğinde sahaya çıkan oyunculardan ikisi maçın ilk yarısının sonlarına doğru sakatlanarak sahayı terk etmek zorunda kaldı...
Bu eksikler nedeniyle başkentin sarı lacivertli ekibi orta sahayı kurmakta zorlanırken, Zewlakow sakatlanıp oyundan çıkana kadar...
Rajnoch orta sahada görev yaptı. İlk yarının son dakikaları oynanırken Zewlakow'un sakatlanması sonrası ise Rajnoch kendi bölgesine döndü.
Ankaragücü, özellikle orta sahadaki beyni Sapara'nın eksikliğini çok derinden hissetti. Bu oyuncunun olmayışı da sarı lacivertlilerin organizasyon yapma yeteneğini azalttı.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 35. dakikada Burhan Eşer'in attığı golle 1-0 yenik duruma düşen Ankaragücü, 41. dakikada Fatih Tekke'nin usta işi mükemmel golüyle beraberliği yakaladı ve devre 1-1 tamamlandı.
Başkent 70. dakikada Batuhan'ın golü ile bir kez daha geriye düştü... Ancak pes etmeyen sarı lacivertliler, Serdar Özkan'ın klas golüyle bir kez daha eşitliği sağladı...
Sakatlıklar nedeniyle yaşanan bu kadar olumsuzluk içinde Eskişehirspor'dan alınan 1 puan iyidir diyoruz...
Bu sonuçla Ankaragücü puanını da 33'e yükseltmiş oldu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------(13 Mart 2011)
YENMESE YAZIK OLURDU
Ankaragücü ligin ilk yarısında İstanbul’da 4-2 yendiği Galatasaray’ı bu kez de Ankara’da 3-2 mağlup etmeyi başardı.
Açıkçası, başkentin sarı lacivertli takımı özellikle ikinci devredeki oyunu ile bu maçta puan kaybetseydi yazık olurdu.
Karşılaşmanın ilk yarısında her iki ekip de organizasyonu olmayan, tribünleri dolduran binlerce taraftara keyif vermeyen bir oyun sergiledi.
Bu yarıda Galatasaray hiç beklemediği bir anda, 32. dakikada Aydın’ın ayağından kazandığı golle 1-0 öne geçti. İlk yarı da sarı kırmızılı takım lehine 1-0 tamamlandı.
Tribünleri dolduran binlerce taraftarının desteğini de arkasına alarak ikinci yarıya öyle bir başladı ki sarı lacivertli takım, 52. dakikada günün kahramanı Sestak ile 1-1 eşitliği yakaladı…
Ankaragücü iyi oynadığı ve herkesin galibiyet golünü beklediği anlarda bir kez daha yenik düştü…
Savunmanın ve özellikle de kaleci Özden'in büyük hatasını affetmeyen Pino 62. dakikada takımını bir kez daha öne geçirdi…
Burada bir paragraf da Fatih Tekke’ye açmak gerekiyor.
Belki de Galatasaray karşısında en etkisiz eleman Fatih Tekke oldu.
Maçın başından itibaren takımına hemen hemen hiç katkısı olmadı… Zaten sarı lacivertlilerin kaderi de Fatih Tekke oyundan alındıktan sonra değişti. Başkentin hücum hattı işlemeye başladı.
86. dakikada Özgür’ün sol kanattan yaptığı ortayı Bednar Sestak’a yönlendirdi… Bu oyuncunun kafa vuruşunda top bir kez daha ağlarla buluştu ve kendisinin ve takımının 2. golünü kaydetti. Oyunun son anları oynanırken, Bednar’ın gönderdiği topu yine Sestak değerlendirdi ve takımını 88. dakikada 3-2 galibiyete taşıdı.
Bu sezonun ilginç bir istatiği de başkent takımının “4 Büyükler” olarak anılan Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor karşısındaki başarılı performansı oldu.
Galatasaray ile oynadığı iki maçtan da galip ayrılan sarı lacivertliler ayrıca Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı yenmeyi başardı. Trabzonspor ile ikinci yarıda Trabzon’da berabere kaldı.
Bu sonuçla Ankaragücü teknik direktör değişikliğinin ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha görmüş oldu ve Mesut Bakkal ile çıktığı ikinci maçtan da 3 puanla ayrılmanın mutluluğuna ulaştı.
------------------------------------------------------------------------------------------------------(5 Mart 2011)
ANKARAGÜCÜ ÇOK MESUT
Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yoktu...
İşte en başından bu yana Ankaragücü'nü yakından takip edenlerin hep birlikte dile getirdikleri buydu:
Ankaragücü'ne huzur gerek.
Sarı lacivertli takımın önceki ''deneyimsiz teknik adamının'' tüm taraflarla, daha açık bir ifadeyle taraftar, yönetim ve medya ile anlamsız kavgası sonucu gelinen nokta, hiç de azımsanmayacak güçteki kadrosu ile düşme hattında can çekişen bir ekip durumuna düşülmesiydi...
Çok çok önceden gerçekleştirilmesi gereken teknik adam operasyonu daha ilk haftadan semeresini gösterdi.
Çünkü Ankaragücü'nün o gücü vardı...
Ankaragücü yeni teknik direktörü Mesut Bakkal ile Konyaspor deplasmanında önemli bir galibiyet elde ederek üç puanı hanesine yazdırdı.
Mesut Bakkal'ın daha önce çalıştırdığı takımlarda oynattığı saldırgan ve baskılı oyunun benzerini ilk yarıda oynamaya gayret eden Ankaragücü futbolcuları, bunun karşılığını da Gabriç'in ayağından 2. ve 31. dakikalarda kazandıkları iki golle aldılar ve ilk devre sarı lacivertli ekip lehine 2-0 tamamlandı.
Oyunun ikinci bölümünde ev sahibi Konyaspor'un baskısı vardı.
Yılmaz Vural'ın yeşil beyazlı ekibi durumun ciddiyetini kavrayıp, rakibi üzerinde yoğun bir baskı kurdu...
Bakkal, rakibinin baskısını engellemek için Vittek ve Murat Duruer'i oyundan alıp, hücum bölgesinde top tutacak Bednar ve Özgür'ü alarak bu planında da başarı sağladı.
Bu arada, Fransız teknik direktör Roger Lemerre'nin gidişinden sonra unuttuğu savunmayı yeniden hatırlayan sarı lacivertli futbolcular takım savunması adına olumlu görüntüler verdi zor bir deplasmandan galibiyetle dönmeyi başardı.
Oyunun son dakikalarında net gollük pozisyonlar bulan taraf ise yine Ankaragücü oldu.
Ancak farkı arttırma becerisini gösteremedi.
Şu bir gerçek ki, huzur ortamında Ankaragücü'nü güzel günler bekliyor.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------(26 Şubat 2011)
ANKARAGÜCÜ ÇARESİZDİ
Süper Lig’de iki başkent takımını karşı karşıya getiren ve gol düellosu şeklinde geçen mücadelede öyle bir ikinci yarı oynandı ki, izleyen herkese büyük keyif verdi.
Puan sıralamasında sıkıntılı bir yerde bulunan Ankaragücü ile Gençlerbirliği başkent derbisine mutlak galibiyet düşüncesiyle çıktı…
İki takım da sahaya benzer oyun sistemi ile yayıldı. Hücumda 4-3-3 şeklinde sahaya yayılan ekipler rakibin hücumlarında ise 4-5-1 şeklinde pozisyon aldı…
Amaç rakip hücuma kalktığında orta sahada kalabalık bir şekilde karşılamaktı. Ancak Ankaragücü'nün neredeyse karşılaşmanın tamamında rehavet içindeki görüntüsü planların doğru işlememesine neden oldu.

Maçın ilk bölümünde her iki ekip de sıkıcı ve savunma ağırlıklı bir oyunu tercih ettiler. Bu yarıda Gençlerbirliği rakibine oranla biraz daha derli topluydu ve iki de pozisyon buldu…

Karşılaşmanın 0-0 biten ilk yarısının ardından ikinci yarıda uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir mücadele ve adeta gol yağmuru başladı.

İkinci yarının henüz ilk dakikaları oynanırken Gençlerbirliği 47. dakikada Oktay’ın golü ile öne geçti.

Ligin ilk yarısında sakatlığı nedeniyle takımındaki yerini alamayan kırmızı siyahlı futbolcu Mustafa Pektemek 58. dakikada skoru 2-0’a taşıdı…

Oyunun bu bölümünde Ankaragücü adeta “sayısız yumruk almış” boksör görünümünde ne yaptığını bilmez bir haldeydi ki, 67. dakikada Metin Akan sahneye çıktı ve farkı 1’e indirdi…

Orhan Şam’ın 75. dakikadaki ters kafa vuruşu skora denge getirdi…

Numunesinde doping maddesine rastlandığı gerekçesiyle ikinci yarının başından bu yana takımında yer almayan Orhan Şam, doping yapmadığının belli olmasından ve takıma dönüşünden sonra yer aldığı ilk karşılaşmada “pes etmeyen tavrını” gösterdi ve Gençlerbirliği için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtladı…

Genç oyuncu maçın 78. dakikasında takımını bir kez daha öne geçirdi ve skoru 3-2’ye getirdi.

84. dakikada Serkan ise skoru belirleyen golü attı ve maçı da Gençlerbirliği 4-2 kazandı…

Gençlerbirliği 6 haftalık zorlu fikstürü öncesi çok çok önemli bir 3 puanı hanesine yazdırıp puanını 27’ye yükseltti ve rahat bir nefes aldı.

Hemşehrisi Ankaragücü ise zorlu bir döneme girdi.

Maçın sadece çok kısa bir bölümünde rakibi karşısında varlık gösterebilen Ankaragücü takımı, Gençlerbirliği önünde adeta çaresiz ve sezonun son maçını oynar bir havadaydı …

Tüm bunların ardından hiç beklemediği bir şekilde farklı yenilgi alan Ankaragücü için artık yeni bir dönem başlıyor…

Seyirci ile bir türlü yıldızı barışmayan Ümit Özat, yeni dönemde takımın başında olmayacak…

Umarız, artık tribünlere barış gelir…
                                                                                          X X X
Ankara’da çekilen Behzat Ç. dizisinin kahramanları tam kadro protokol tribünündeydi. Behzat Ç., Harun, Hayalet ve Akbaba ilgi odağı olurken dizideki aksiyon dolu tavırlarının aksine sessiz ve sakin bir şekilde derbiyi izlediler. 
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(13 Şubat 2011)
ANKARAGÜCÜ'NE YAZIK OLUYOR

Ankaragücü’ne gerçekten yazık oluyor…

Belki de son yılların en güçlü kadrosunu oluşturan başkentin sarı lacivertli takımı ligin alt sıralarında yer alıyor ya, kabul edilemez bir durum…

Evet…

Sarı lacivertli takım kalite bakımından lig ortalamasının üzerinde oyunculardan kurulu…

Ancak gelin görün ki;

Beşiktaş ile Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynanan karşılaşmada federasyonun verdiği ceza nedeniyle seyirci yok…

Taraftarı ile “sorunlu” teknik direktörü de cezalı…

Yani hiç kimse halinden memnun değil.
Oysa, bu sezon sarı lacivertli ekip sansasyonel sonuçlara imza atmayı başarmış, ligde Galatasaray’ı İstanbul’da yenmiş, lider Trabzonspor ile Trabzon’da berabere kalmıştı…

Ve misafir ettiği Beşiktaş’ı da, siyah beyazlı takımın eski oyuncularından Serdar Özkan’ın oyunun henüz 50. saniyesinde attığı golle 1-0 geçmeyi bildi. (Unutmadan, sarı lacivertliler Ziraat Türkiye Kupası’nda da Fenerbahçe’yi yenmeyi de ihmal etmemişti.)
Beşiktaş’ın milyon dolarlık yıldızlar topluluğundan oluşan takımından neredeyse karşılaşmanın tamamında daha üstün oynayan taraf hiç tartışmasız Ankaragücü oldu…

Hem de bu galibiyete hiç kimsenin bir kulp takamayacağı şekilde temiz bir oyunla...

Öyle ki, sadece Serdar Özkan attığı golden daha kolay en az üç pozisyonu değerlendiremedi.

Kısacası, gerçekten yazık oluyor…

Futbolculara yazık oluyor, şovlarını boş tribünlere oynadılar…

Taraftara yazık oluyor, böyle bir başarıya tanıklık edemediler…
Ankara bir an önce birlik olup, gücünü dosta düşmana göstermeli...

Hep dediğimiz gibi Ankaragücü bir an önce huzura kavuşmalı ve gelecek zaferlerin keyfini tüm sarı lacivertliler birlikte sürmeli. 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
(30 Ocak 2011)
ANKARA'DA BU DA OLDU

Ankaragücü, Manisaspor’a sahasında 3-1 yenildi.

Ancak, günler öncesinden “geliyorum” diyen ve sonunda yaşanan olaylar bu vahim skoru bile gölgede bıraktı.

Baştan söyleyelim…

Ümit Özat’ın bu olaylarda hiç suçu yok demiyoruz, ama en az suçlu Ümit’tir…

İşlerin bu noktaya gelmesinde en büyük sorumlu, Ankaragücü’nün tecrübesiz yönetimidir…

Bu tam anlamıyla, Ümit ile taraftar arasındaki sorunu tanımlayamayan yönetimin krizi doğru yönetemeyişinin ve yanlış bakışının eseridir.

Aylardır taraftar ile teknik direktör hemen her ortamda birbirine ağıza alınmayacak laflar söylüyor…

Taraftar her maçta teknik direktörü protesto ediyor, internetteki forumlarda yenilir yutulur olmayan cinsten yorumlar yapıyor…

Teknik direktör de her basın toplantısında “hafifletilmiş” ifadeyle sarı lacivertli taraftarı yeriyor.

İşte bu herkesin gözü önünde gelişen ve tarafları dolduran bu olaylar yaşanırken yönetim ne yapıyor?
Hep sessizlik, tam sessizlik!..
Tüm bunların sonunda da, Ankara’da bugüne dek görmediğimiz bu olay yaşandı…

Ankaragücü’nün attığı gol sonrası teknik direktör Özat, tribünlere dönerek yumruğunu gösterdi...

Bunun üzerine tribünlerden atlayıp Ümit Özat’a saldıran taraftar, teknik direktörün karşılık vermesi üzerine yediği yumrukla yere düştü… Üstüne, yerde yediği tekmeler sonrasında da güvenlik güçlerince karga tulumba götürüldü…

Ve bu olay Ankaragücü tarihine kara bir leke olarak geçti.

Bu saatten sonra Ümit Özat’ın istifası bile Ankaragücü’nün çizilen karizmasını kurtaramaz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(22 Ocak 2011)
GENÇLERDEN KÖTÜ BAŞLANGIÇ

Gençlerbirliği Süper Lig’in ikinci yarısının ilk maçında evinde ağırladığı renktaşı Eskişehirspor’a 1-0 yenilerek kötü bir başlangıç yaptı.
Kırmızı siyahlı başkent temsilcisi kötü tamamlanan (puan sıralamasında 14.’lük ve toplanabilen 17 puan) ilk yarının ardından ikinci yarıya beş yeni transfer yaparak başladı ve bunlardan 4’ünü de onbirde sahaya sürdü.
Fakat bu takviyeler de başkent ekibine bu karşılaşmada pek pozitif anlamda yansımadı. 
Organize bir futbol sergileyemedi.
Karşılaşmada gol pozisyonu üretemedi.
Sergilenen futbol da gelecek için umut vermedi.
Gerçi, Gençlerbirliği tartışmalı bir pozisyon sonrası, Burhan Eşer’in 54. dakikada attığı gole boyun eğdi.
Bu sezon Gençlerbirliği’nin bu görüntüsü ile gerçekten sıkıntılı günler geçireceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok diyor ve ara transfer döneminde takıma dahil edilen oyunculara genel olarak bir göz atalım diyoruz;
Azofeifa’nın kaliteli bir oyuncu olduğu ortada. Fakat takıma uyum sağlaması zaman alacağa benziyor.
Yenilerden Mununga’nın hazır hale gelmesi için de zaman gerekiyor.
Yine yeni transferlerden, Türkiye Kupası’nda oynadığı 2 maçta 3 gol atmayı başaran Yasin’in Öztekin’in özellikle lige ısınması için süre gerekiyor.
Burak için ise fazla bir şey söyleyemeye gerek yok… Hata yapmadan ve basit oyunu seçerek Eskişehirspor karşısında görevini yaptı. 
------------------------------------------------------------------------------------------------------

(21 Aralık 2010)
ANKARA'NIN HALİNE BAK
Süper Lig’de ilk yarı tamamlandı…

Ankaralı futbolseverler 17. haftanın sonunda adeta iki gözü iki çeşme takımlarının haline ağlıyor…

Nasıl ağlamasınlar ki;
Ankaragücü 21 puanla ligde 13. sırada. Rakip filelere 24 gol atarken, 29 tane de yemiş. Averajı eksi 5. 17 maçta, 5 galibiyet, 6 beraberlik 6 da yenilgi ile ayrılmış sahadan…

Gençlerbirliği’nin durumu ise daha da içler acısı…

Kırmızı siyahlılar da puan sıralamasında diplerde ve 17 puanla ateş hattının içinde 14. sırada. Onun da averajı eksi ve attığı 16 gole karşılık kalesinde tam 28 gol görmüş. İlk yarı boyunca 3 puana sadece 4 kez ulaşabilmiş. 8 kez yenilen kırmızı siyahlıların 5 de beraberliği var…

Sonuçlar böyle olunca başkentli futbolseverlerin yüreği, tavşan yüreği gibi korkudan pırpır ediyor…
                                                                       X   X    X
Ankaragücü’nde, yönetim katında her haliyle bir belirsizlik var…

Mahkeme yönetimi “Yok” saymış…

Şimdi ise taraflar oyun içinde oyun oynuyor…

Daha 15 gün önce, Türkiye Futbol Federasyonu’na “yöneticilerini, paramı vermiyorlar diye şikâyet eden futbolcular”, bir biri ardına mevcut yönetimden memnun olduklarını açıklıyorlar…

Şarkıdaki gibi;
-“Bu ne yaman çelişki annem…”
                                                                        X    X    X
Ya Gençlerbirliği’ne ne demeli…

Ankara’da kimi yokluktan kimi de varlıktan çekiyor…

Gençlerbirliği örneği “Parayla saadetin olmadığını” kanıtlar nitelikte…

Her anlamda, varlık içinde yokluk çeken kırmızı siyahlılar, yıllar sonra gerçekten çok kötü bir ilk yarı geçirdiler…

Sezona çok sayıda oyuncu transfer ederek başlayan Gençlerbirliği, yeni oyuncularında isabetli seçimler yapamazken, bir de sezon içinde yaşanan sakatlıklar işlerin daha da kötü gitmesine neden oldu.

Ne oynadıkları futbol keyif verdi, ne de aldıkları sonuçlar…
                                                                            X   X    X
Ankaragücü huzura kavuşmazsa, ki zor görünüyor…

Gençlerbirliği’ne acilen oyuncu takviyesi yapılmazsa…

Daha iki sezon önce 4 takımı olan Ankara’nın Süper Lig’de temsilcisi kalmayacak. 
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(16 Aralık 2010)
ANKARAGÜCÜ'NÜN SUÇU NE?

Nereden nereye?

Ankaragücü 100. yılında şampiyon olacaktı…

Yönetim bu parola ile göreve başlamıştı…

Ancak gelinen nokta çok farklı…

Ankaragücü küme düşebilir…

Taraftar bağırıyordu ya…

“Fatmagül’ün suçu ne? Biz onu Bihter sandık” diye…

İyi de, bu duruma düşülmesinde 100 yıllık koca çınar Ankaragücü’nün suçu ne?

Sarı lacivertli kulübü rant kapısı olarak görenlerle, rant-oy potansiyeli olarak algılayanların beraberliğinin yürümeyeceği daha bu işin başında belliydi.

Ahmet Gökçek’in kulübe başkan olmasından sonra yaşananlar da gösterdi ki, ne yönetimi bırakıp gidenler, ne de göreve gelenler hallerinden hiç memnun olmadılar…

Bu süreçte taraflar sürekli satranç oynar gibi sürekli hamle yaptılar…

Gidenler kaybettikleri güç nedeniyle mutsuz olurken, gelenler ise “100 yıllık çınarı tam anlamıyla kontrole alamamanın yetersizliği ve keyifsizliği” nedeniyle hep kargaşa çıkardılar…

Ankaragücü’nün büyük, dinamik bir camia olduğunu unutanlar, onu “Saray”a kapatarak sahip olabileceklerini mi düşünmüşlerdi…

Bu arada boş durmadılar…

Milyonlarca liralık borç çıkardılar…

Mahkemeden istemedikleri bir kararın çıkması ihtimali düşünülerek futbolcuların serbest kalması için alt yapıyı da hazırladılar…

Yaşananlar ortada…

Şimdi ortada müthiş bir bilgi kirliliği var…

Herkes birini suçluyor, ağzına geleni esirgemeden söylüyor…

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de aklına ilk geleni söylemiş: “Ankaragücü küme düşer…”

Haa, bir de kendilerini vazgeçilmez olarak görenler dert etmesin Ankaragücü ortada kalmaz.
----------------------------------------------------------------------------------------------------

(4 Aralık 2010)
YENSE NE OLUR YENİLSE NE OLUR?
Ankaragücü, ligin alt sıralarında yer alan Sivasspor’u Ankara’da ağırladı…

Ancak gelin görün ki, Ankaragücü yense ne olur, yenilse ne olur?

Hiç kimsenin umrunda değil…

Taraftarlar parça parça olmuş…

Başkent’in en bilinen ve renkli tribün gruplarından Gecekondu yerini almış ve “Bizler para verdik, onlar ne verdi” diye bağırıyor…

Bu arada Ankaragücü yönetimi, diğer maçlardan farklı olarak bu maçın bilet fiyatlarını kale arkası 30 TL, maraton tribünü 35 TL ve kapalı tribünü 40 TL olarak belirlemiş. Kale arkalarının bilet ücretleri diğer maçlara göre yüksek tutulmuş… Yani bilet fiyatları belirlenirken bile "hesap-kitap" yapılmış!

Ankaragücü’nün sorunlarını yazmaktan artık bıktık…

Yönetim mahkemelik…

Antrenörü tartışmalı…

Futbolcular paralarını alamadıkları için federasyonluk…

Bütün bunların üstüne bir de sarı lacivertli yöneticilerin alacakları için icra-temlik yoluna başvurdukları ortaya çıktı.

Yönetici de, muhalefet de hesap peşinde…

Hep plan, hep plan…

Herkes plan yapıyor…

Teori üretiyor…

15 Aralık’taki mahkemeden yönetim aleyhine bir karar çıkması halinde takımın iflas noktasına getirilmeye çalışıldığı iddiaları ortalıkta dillendiriliyor…

Kocaelispor, Sakaryaspor ve Göztepe örnekleri veriliyor…

Ankaragücü-Sivasspor maçında ne mi oldu?

Yazının girişinde dedik ya…

Maçın sonucu kimin umrunda…

8. hafta Galatasaray’ı deplasmanda yendikten sonra bir türlü galibiyete kavuşamayan Ankaragücü, Sivasspor ile 1-1 berabere kaldı…

Ankaragücü’nün golünü 11. dakikada Klukowski, Sivasspor’un golünü ise 56. dakikada Erman Kılıç attı.

Son söz olarak son dönemin en iyi futbolcu kadrosu olan Ankaragücü’nde un var, yağ var, şeker var…

Ancak yaşanan olumsuzluklar nedeniyle bir türlü helva yapılamıyor…

Yaşanan gelişmeler ise tam bir kaosun belirtisi.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
(28Kasım 2010)
BAŞKENTİN GEÇEN SEZON SAVUNMASI VARDI
Ankaragücü Karabük’te kelimenin tam anlamıyla bozguna uğradı ve 5-1’lik skorla sahadan boynu bükük ayrıldı.

Süper Lig’de 14. hafta geride kalırken Ankaragücü geçen yılın özellikle ikinci yarısında Fransız teknik adam Rogerre Lemerre’in göreve gelmesi ile kazandığı savunma disiplini ağırlıklı oyunundan da eser kalmadığını bir kez daha gösterdi.

Averaj hanesi eksi 6’da olan Ankaragücü 14 haftada kalesinde tam 25 gol gördü.

Başkent temsilcisi geçen sezon kötü giden haftaların ardından özellikle ligin ikinci yarısının ortalarından itibaren oynadığı karşılaşmalarda maçlarını 0-0 ya da berabere biten sonuçlarla tamamlamış ve kalesine adeta duvar örmüştü.

Lemerre’in yardımcılığından takımın başına terfi eden Ümit Özat’ın göreve gelmesi sonrasında bu sezon, bu özelliğini yitiren Ankaragücü, Karabük’te ise adeta bozguna davetiye çıkardı.

Bank Asya Birinci Lig’de ve Süper Lig’de oynadığı futbol attığı ve gollerle artık tüm özellikleri rakipleri tarafından ezberlenen Emenike, maçta sarı lacivertlilerin adeta kabusu oldu.

Türkiye’de futbolseverlerin tamamına yakınının bildiği “Emenike’ye geniş alan bırakırsan yanarsın” gerçeği doğrultusunda önlem almayı ise karşılaşmada teknik sorumlu Ümit Özat dahil hiçbir Ankaragüçlü aklına getiremedi.

Bir türlü önlem alınamayan Emenike ve arkadaşları da Ankaragücü’ne tarihi bir hezimet yaşattı.

Başkent takımının yönetim, teknik adam ve futbolcularının yaşadığı sorunlar ortada…

Ancak, bir takımın bu kadar sürede takım savunması konusunda bildiklerini unutması ve bu kadar isteksiz futbol ise tartışılması gereken bir konu.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(27 Kasım 2010)
BUNA DA ŞÜKÜR

Gençlerbirliği, kendisi gibi puan sıralamasında sıkıntı yaşayan Sivasspor ile 1-1 berabere kalmayı başardı…
Tamam…
İki ekip de sorunlu…
Gençlerbirliği’nin de Sivasspor’un da puan kaybına tahammülü yok…
İki ekibin de şiddetle puana ihtiyacı var…
Kaliteli, organize, etkili futbol beklemek abartı olabilir…
Her şey anlaşılabilir…
Ama bu kadar da kötü futbol oynamaya, ne kadar zorluk çekilirse çekilsin hiçbir takımın hakkı yok…
Tribündeki ve televizyonları başındaki seyirciye bu kadar haksızlık kesinlikle kabul edilemez…
Şurası kesin, Ankara 19 Mayıs Stadı’nda bu sezon oynanan karşılaşmaların en kısırı, en kalitesizi tartışmasız Gençlerbirliği-Sivasspor maçı oldu.
Her iki takımın da, goller dışında gerçekten tehlikeli sayılabilecek pozisyonu neredeyse yoktu.
Haa! Bir de, Sivasspor karşısında sahaya çıkan ve yedekler sırasında oturan kırmızı siyahlı oyuncuları özellikle izlemeye gelen bir futbolsever var mıdır merak ediyorum…
İşte tüm bu nedenlerledir ki, Sivasspor karşısında kazanılan 1 puana da şükürler olsun.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
(21 Kasım 2010)
ANKARAGÜCÜ FIRSAT TEPİYOR

Ankaragücü, İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısında çok yaklaştığı 3 puanı adeta avuçlarının içinden kaçırdı ve beraberliğe razı oldu.
Tatsız tuzsuz geçen karşılaşmanın ilk yarısı futbolseverleri hiçbir anlamda tatmin etmezken, sarı lacivertliler oyunun ikinci yarısının başlarında 50. dakikada Aydın Toscalı ve 53. dakikada Turgut Doğan Şahin ile bulduğu gollerle bir anda 2-0 öne geçmeyi başardı.

Savunma öncelikli bir oyun planı ile sahaya çıkan Ankaragücü, ancak 2-0 öne geçtikten sonra bu üstünlüğünü koruyamadı ve akıl almaz basit hatalar sonucunda 63. dakikada İbrahim Akın ve 64. dakikada da Herve Tum’un gollerine engel olamadı.

Başkent ekibi İbrahim Akın’ın ceza alanının hemen önünden kullandığı faul atışından ağları bulan topu sonrası bir panik havasına girerken, Herve Tum’un golünde ise savunma oyuncuları adeta pozisyonu izlemekle yetindiler.

Ankaragücü, İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısında biraz dikkatli olabilse 3 puanı hanesine yazdırması işten bile olmayacaktı.

Ancak gelin görün ki, sarı lacivertliler ligin üst sıralarında yer alan İstanbul Büyükşehir Belediyespor önünde de maçı galibiyetle sonlandıramayarak “saygınlık” anlamında çok önemli bir fırsatı tepti.
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(14 Kasım 2010)
SİZ DUAYENSİNİZ SAYIN CAVCAV

Süper Lig’de geçen sezon Bursaspor’un şampiyon olmasının Türk futbolunda ezberleri bozduğunu düşünmeye başlamıştık…
Hatta bu sezonun 12 haftası sonunda ligin zirvesinin oluşturduğu görüntü de (Trabzonspor, Kayserispor, Bursaspor) bu düşüncemizi güçlendiriyordu…
Ancak gelin görün ki, Ankara 19 Mayıs Stadı’nda Gençlerbirliği ile Beşiktaş arasında oynanan ve konuk takımın 2-0 kazandığı karşılaşmanın hakemi adeta geçmiş yıllardan bir nostalji yaşattı izleyenlere…
Hakem Abdullah Yılmaz, geçmiş yıllarda yaşananlara benzer İstanbul’un “3 Büyükler”i olarak tanımlanan takımların açık açık korunduğu maçlara benzer bir yönetim sergiledi…
Müsabakanın ilk yarısında Beşiktaş lehine, Gençlerbirliği ceza sahası önünde öylesine faul düdükleri çaldı ki, inanılmaz…
Sonunda da yapacağını yaptı ve gecikmeli bir düdükle ilk yarının uzatma dakikaları oynanırken öyle bir penaltı kararı verdi ki, penaltı ile uzaktan yakından alakası yok. Bu dakikada Murat Kalkan ile Tabata bir kafa topuna yükseldiler… Hakem Yılmaz, şöyle bir düşündükten sonra penaltı noktasını gösterdi. Atışı kullanan Guti topu ağlarla buluşturdu ve ilk yarı da Beşiktaş lehine 1-0 tamamlandı.
Böylece ilk yarıda çalınan tartışmalı düdüklerle ev sahibi takımın guardı düşmüş ve gereken yapılmıştı…
Bu bölümde son olarak maç yazılarında hakemlerin ön plana çıkarılmasına kesinlikle karşı olduğumun da bilinmesini isterim.
X X X
Gençlerbirliği Kulübü Başkanı İlhan Cavcav’a bu noktada bir çift sözümüz var…
Sayın Cavcav, siz Türk futboluna tam 34 yıldır hizmet veriyorsunuz…
“Yüksek tepelerde” sözünüz kanun hükmündedir…
Eee o zaman takımınızın haklarını da koruyun…
Hakemlerin bu kadar kolay bir şekilde yanlı kararlar vermelerine seyirci kalmayın…
Gençlerbirliği takımı, Beşiktaş önünde biraz cesur, kazanacaklarına dair biraz inançlı olsa, Hurşut, Serkan, Smeltz son hamleyi yapabilme yeterliliğini gösterebilseler inanın sahadan galibiyetle ayrılmaları işten bile olmayacaktı.
Kırmızı siyahlıların şöhretsiz oyuncuları, Beşiktaş’ın çok yıldızlı oyuncuları karşısında ezilmediler.
Pozisyonlar da buldular…
Direkten dönen topları da vardı… Hele 80. dakikada Serkan’ın uzaktan gönderdiği bir füzesi vardı ki, Rüştü güçlükle parmaklarının ucuyla topa dokunabildi, bu dokunuş sonrasında da üst direğe çarpan top kornere çıktı…
Bu arada maçın kahramanının Rüştü olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
(6 Kasım 2010)
ANKARAGÜCÜ=KAOS
Süper Lig’de bu kadar karmaşa içinde olan bir başka kulüp daha var mıdır?

Gelin hafta içinde Ankaragücü’nde yaşananlara şöyle kabaca bir bakalım…

Ankaragücü Kulübü Başkanı Ahmet Gökçek’in babası, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yaptığı açıklamada taraftarları “hizaya çekip” olumsuz tezahürat yapmaları halinde kulübe desteklerini çekeceklerini söylüyor…

Yönetici Ayhan Atalay, maçtan bir gün önce ilginç bir açıklama yapıp, teknik direktör ile kulüp çaycısının bir farkı olmadığını, ikisinin de parasını kendisinin verdiğini ve parasını verdiği antrenörün yönetici hakkında açıklama yapmasının kabul edilemeyeceğini dile getiriyor…

Futbolcular ise aylardır hak ettikleri ve alamadıkları paranın peşinde…

Her an boykot yapma yapma ihtimalleri var ve her maç öncesi gündeme geliyor…

İşte Ankaragücü her hafta böyle bir ortamda maçlara hazırlanıyor…

Oysa önce 5-1 kaybedilen Bursaspor, bugün de Gaziantepspor maçlarında alınacak puanlar, başkent temsilcisini ligin zirvesine taşımaya yetecekti…

Ancak gelin görün ki, böylesine bir karmaşa içinde olan başkent temsilcisi özellikle oyunun ikinci yarısında Gaziantepspor karşısında hiçbir varlık gösteremedi.

Sarı lacivertliler, oyunun ilk bölümünde 22. dakikada Sapara ve 32. dakikada Güven ile gole çok yaklaştı…

Ancak sonuca ulaşamayınca ilk yarı 0-0 tamamlandı.

Karşılaşmanın ikinci yarısının mutlak hakimi ise konuk takım oldu.

65. dakikada Olcan’ın mükemmel şutu ile 1-0 öne geçen Gaziantepspor karşılaşmanın uzatma dakikaları oynanırken De Souza ile bir gol daha buldu ve maçı 2-0 kazanmayı bildi.

Kısacası Ankaragücü son yılların en iyi ve yetenekli futbolcularından kurulu takımı ile ulaşabileceği başarı hesaplarını, ancak huzura kavuşması sonrasında yapabilecek.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
(31 Ekim 2010)
ÇOK KOLAY OLDU
Maçtan önce Gençlerbirliği’nin Manisaspor ile yapacağı karşılaşmanın sonucunu kime sorsanız emin olun, başkent ekibinin rakibini sürklase edip bu kadar kolay bir 3 puan elde edeceğini dillendiremezdi.
Kaostan kurtulmak adına her bakımdan olağanüstü önem taşıyan karşılaşmayı Gençlerbirliği sezonun en iyi oyununu oynayarak 2-0 kazanmayı başardı.
Teknik direktör Hikmet Karaman’ın göreve gelmesinden sonra üst üste çok önemli ve zorlu maçları kazanan Manisaspor’un Gençlerbirliği karşısında adeta kılını kıpırdatacak hali yoktu.
Başta golcüsü Makakula olmak üzere tüm etkili oyuncularının sahada sadece silüetleri vardı.
Belki de, irili ufaklı tüm Türk takımlarında forma giyen futbolcuların ortak rahatsızlığı olan “maç seçme hastalığına” kapılmışlardı…
Böyle olunca da maç boyunca neredeyse bir tane bile gollük pozisyon dahi yaratamadılar…
Gençlerbirliği ise böylesine etkisiz rakibine karşı özellikle karşılaşmanın ikinci yarısında büyük üstünlük sağladı.
34. dakikada Orhan Şam’ın sağ kanattan geliştirdiği atakta, adeta iğne deliğinden geçirdiği ve arka direkteki Serkan’a gönderdiği topu genç oyuncu filelerle buluşturdu ve takımını 1-0 öne geçirdi…
53. dakikada ise Ermin Zec yaklaşık 25 metreden yaptığı mükemmel vuruşla topu bir kez daha ağlara gönderdi ve takımını 2-0 öne taşıdı…
Maçın ikinci yarısında tribünlerdeki izleyicilerin futboldan zevk almasını sağlayacak tüm hareketler Gençlerbirliği’nden geldi.
Ev sahibi bu dakikalarda futbolun gereklerini yerine getirirken, başta Ermin Zec olmak üzere kırmızı siyahlı futbolcular çok sayıda gollük pozisyondan da faydalanamadı.
Haftayı 3 puanla kapatan Gençlerbirliği bu kolay galibiyet ile rahat bir nefes alırken, futbolseverlerin kırmızı siyahlı ekibin maçlarında yaşananları gelip canlı canlı izlemelerini bir kez daha tavsiye ediyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(24 Ekim 2010)
ANKARAGÜCÜ YOKUM DİYOOOOR
Ankaragücü, Bursaspor karşısında kelimenin tam anlamıyla “kağıt helva” gibi dağıldı.
Aslında “perşembenin gelişi çarşambadan” belliydi… Hafta içinde yaşanan gelişmeler adeta Bursaspor karşısında alınan 5-1’lik bozgunun habercisiydi…
Futbolcuların, 8 aydır para alamadıkları gerekçesiyle antrenmanları boykot etme hazırlıkları ve sıkıntılı günler geçirmeleri…
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “bırakıp giderim” mealindeki açıklamaları…
Aslında, bu havada çıkılan Bursaspor karşılaşmasına iyi başlayan taraf da Başkent temsilcisi oldu. Henüz 6. dakikada Özgür’ün ara pasını alan Sestak, adeta şov yaparak golünü atıp takımını 1-0 öne geçirdi.
Lider Bursaspor karşısında elde edilecek bir galibiyetle Ankaragücü de zirve yarışında ben de “varım” diyecekti.
Konyaspor ve Galatasaray maçlarında alınan 4’er gollü galibiyetler sonrasında takımına güveni artan Ankaragücü taraftarları bu maçtan da galibiyetle ayrılmanın hayallerini kurmaya ve ligin üst sıralarına yükselip hatta zirve planları yapmaya hazırlanırken olanlar oldu.
Kardeş takım Bursaspor golleri birbiri peşi sıra sıralamaya başladı…
Öyle ki, 16. dakikadan başlayarak ilk yarının sonuna kadar Ankaragücü filelerini tam beş kez ziyaret etti.
Yeşil beyazlılar, 16. dakikada İbrahim kafa ile 27. dakikada Turgay kafa ile 31. dakikada Ömer kafa ile 39. dakikada Ergiç ve 45. dakikada Sercan ile gollerini buldu.
Geçen yıl kazanılan savunma disiplininden eser kalmayan Ankaragücü ilk yarı boyunca rakibine direnç gösteremedi.
Tribünleri tıklım tıklım dolduran, Bursaspor taraftarları ile birlikte maçı sporun ruhuna uygun, statlarda görmeyi özlediğimiz bir şekilde dostça ve kardeşçe barış içinde izleyen sarı lacivertli taraftarlar, “Adam gibi adam Ertuğrul Sağlam” ve yönetim aleyhine yaptıkları tezahüratlarıyla mesajını da açıkça gönderdi.
Bu farklı yenilgi ve istikrarsız görüntü yeni bir kaosun da başlangıcı oldu.
Karşılaşmanın ikinci yarısı mı?
Maçın ikinci yarısında Bursasporlu oyuncular “aktif dinlenme” yaptılar…
Ankaragücü futbolcularının ise kımıldayacak hali bile yoktu.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(17 Ekim 2010
ANKARALI FUTBOLSEVERLERE TAVSİYE
Hemen baştan söyleyelim…
Ankaralı futbolseverlere Gençlerbirliği maçlarını kaçırmamalarını tavsiye ediyoruz…
Tarafsızsanız ve sadece futbolseverseniz ne ararsanız bulursunuz…
Heyecan…
Bol gol…
Penaltılar, kırmızı kartlar…
Ancak, kırmızı siyahlı takımın taraftarıysanız tribünde her üç sonuçla da karşılaşacağınıza önceden hazırlıklı olmalısınız…
Üzüntüye de…
Gençlerbirliği-Antalyaspor maçında bu saydıklarımızın hepsinden bolca vardı.
Antalyaspor’un 3-2 kazandığı maçta, biri ev sahibi takım lehine 3 penaltı düdüğü çalındı, 2 de kırmızı kart çıktı.
Gençlerbirliği maçın hemen başında Antalyaspor’dan Radeljic’in Ermin Zec’e yaptığı faul nedeniyle kazandığı penaltıyı Billy Osman ile gole çevirince 5. dakikada 1-0 öne geçti.
Antalyaspor’un 21. dakikada kazandığı penaltıyı maçın “kahramanı” Tita, kaleci Serdar’a teslim etti. 30. dakikada misafir takım bu sezon Gençlerbirliği’nden kadrosuna kattığı Kerem ile 1-1 beraberliği yakaladı ve ilk yarı da bu sonuçla bitti.
Ev sahibi takım 62. dakikada, yılların deneyimli kalecisi Ömer Çatkıç’ın yaptığı büyük hata sonucu bir kez daha öne geçmeyi başardı. Bu dakikada kırmızı siyahlıların yetenekli oyuncusu Ermin Zec, Ömer’in hatasını affetmedi ve çaprazdan sıfıra yakın noktadan yaptığı vuruşla topu filelere gönderdi ve takımını bir kez daha öne geçirdi.
Ancak 63. dakikada Harbuzi’nin yerine oyuna giren Alpaslan 67. dakikada kırmızı kartla oyun dışı kalınca takımının tüm planlarını da alt üst etti.
Sahaya 4-4-2 pozisyonunu alarak çıkan Gençlerbirliği’nde, bir oyuncu eksilince dengeler alt üst oldu.
Antalyaspor’da başarılı oyuncu Tita, biri frikikten, diğeri bireysel yetenekleri sonucu kazandırdığı iki golle takımını 3-2 galibiyete taşımayı bildi.
Yazının başında dediğimiz gibi, heyecan bitmedi…
Uzatma dakikalarında Antalyaspor bir penaltı daha kazandı. Veysel topu direğe nişanlarken, misafir takımdan Yenal gördüğü ikinci sarı kart nedeniyle kırmızı kartla oyun dışı kaldı.
Son söz olarak, bir futbolsever olarak maçtan keyif aldım, ancak Gençlerbirliği taraftarlarının yerinde olmak istemezdim.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(2 Ekim 2010)
ANKARAGÜCÜ HUZUR ARIYOR
Ankaragücü, Süper Lig’in 7. haftasında sahasında Konyaspor’u 4-1’lik skorla yenmeyi başardı.
Ancak gelin görün ki, 19 Mayıs Stadı’nda böyle farklı bir galibiyetin alındığı akşamda bayram havası eseceğine, tribünleri dolduran binlerce taraftar hep bir ağızdan teknik direktör Ümit Özat’ın istifasını istiyor.
Bu arada bazı seyirciler de protokol tribününe dönüp bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Tam o sırada protokol tribünden aşağıya doğru eğilen bir şahıs taraftara tokatı patlatıveriyor…
Sevinçler de kursakta kalıyor.
Şarkıda olduğu gibi hemen herkes "tatlı bir huzur" arıyor.
Karşılaşmaya gelince; Ankaragücü, 26. dakikada Rajnoch’un Klein’i ceza alanı içinde düşürdüğü pozisyonda Konyaspor’un attığı penaltı golü ile 1-0 yenik düşmesine rağmen oyundan kopmadı.
Bildiğimiz klasik Ziya Doğan takımlarının sert, agresif ve mücadeleci özelliklerini henüz bünyesinde bütünleştiremeyen Konyaspor karşılaşmanın büyük bölümünde rakibine mahkum oynadı.
Ankaragücü’nde, özellikle Güven, Özgür, Rajnoch, Sapara ve Sestak futbolları ile galibiyetin mimarı oldular.
Haftalardır sağ bek oynamak zorunda kalan Güven, Uğur’un takıma katılması sonrasında orta sahaya geçince bu alanda daha faydalı oldu. Hele attığı o kornere benzeyen taçları ile iki golün asistini yaptı.
Sonuçta Ankaragücü 7. hafta sonunda 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 3 yenilgi ile 10 puana ulaştı, ancak bir türlü huzura kavuşamadı.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(25 Eylül 2010)
BÖYLE OLMAZ ANKARAGÜCÜ

Hiç kuşkusuz maç öncesi, Gençlerbirliği’nin geçen haftaki başarısız futbolundan sonra Karabükspor’dan aldığı 3-0’lık farklı yenilgi ve kırmızı siyahlı takımın sakatlar ve cezalılar nedeniyle 7 oyuncusunun olmaması Ankaragücü’nün iştahını kabartmıştı.
Gençlerbirliği’nin bu çok eksikli hali sarı lacivertli taraftarların da keyfini yerine getirmiş, taraflı tarafsız hemen herkesin favorisi Ankaragücü oluvermişti.
Ancak hiçbir maç oynamadan kazanılmıyor…
Başkent derbisinde de daha takım olan taraf Gençlerbirliği idi ve maçı kazanan da kırmızı siyahlılar oldu.
Karşılaşmanın tamamına yakın bölümünde Gençlerbirliği rakibine oyununu kabul ettirdi. Kırmızı siyahlılar, maç boyunca güçleri oranında istedikleri gibi oynadılar.
Ankaragücü’nde orta sahada sorunlar bir türlü çözülemiyor. Hürriyet’ten sonra burada oynatılan Adem de sorunları çözebilecek oyuncu değil. Daha önce ki yazılarımda da belirttiğim gibi sarı lacivertli takımın orta sahasında kaleye doğru, daha açıkçası dikine oynayacak etkili bir oyuncuya ihtiyaç var. Hürriyet gibi Adem de bu alanda yana oynamayı tercih eden bir oyuncu…
Böyle olunca da Ankaragücü’nün etkili forvetlerinin rakip ceza alanı önünde ya da çevresinde sonuca gidecek hareketleri yapması güçleşiyor.
Rakip savunma oyuncuları yavaş gelişen Ankaragücü hücumlarına karşı önlemlerini alıyorlar.
Özetle Ankaragücü, Gençlerbirliği karşısında taraftarlarını heyecanlandıracak tek pozisyon dahi bulamadı. Sonucunda da “yönetim istifa, Özat istifa” tezahüratları yükseldi.
Bu arada, sakatlanarak yerini genç kaleci Özkan’a bırakan Serdar’ın da bundan sonra yerinin pek garanti olmadığını söylemem gerekiyor. Genç kaleci, Serdar’dan devraldığı kaleyi maç boyunca büyük bir güvenle ve başarılı bir şekilde koruyarak kendine güvenenleri mahcup etmedi.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(18 Eylül 2010)
ANKARAGÜCÜ'NDE ŞANS KAPIYI ÇALINCA

Ankaragücü bu sezon ilk kez sahasında seyircisiyle buluştu ve Kasımpaşa’yı 3-0 yenerek bu buluşmayı şölene çevirdi.
Aslında Ankaragücü karşılaşmaya hiç de iyi başlamadı…
Kasımpaşa müsabakanın ilk yarısında henüz başlarda Ramos ile yakaladığı net gollük pozisyonu cömertçe harcadı.
Yine ilk yarıda konuk ekip, Gökhan Güleç’in altıpasın içinde yine net gollük pozisyonda kafa ile dokunamadığı topu da değerlendiremeyince futbolun acımasız kuralı işlemeye başladı…
Atamaya atarlar.
Kasımpaşa’nın kaçırdığı pozisyonlardan sonra “sahne alan” sarı lacivertlilerin Slovak oyuncuları Marek Sapara ve Robert Vittek ikilisi takımlarını galibiyete taşıyan baş aktörler oldu. Genç oyuncu Özgür de bu oyunculara ayak uydurmayı başardı.
Özellikle Sapara galibiyetin mimarı oldu.
Rakip kaleye yakın alanlarda önüne atılan toplarda neler yapabileceğini Slovak Milli Takımı ile Dünya Kupası’nda dünya aleme gösteren Vittek, bu tür ilk pasını 31. dakikada aldı. Ancak ligin deneyimli kalecilerinden Murat Şahin Vittek’in ayaklarına yatarak gole izin vermedi.
Slovak oyuncu Sapara’nın pasında topu kaleye gönderirken, dönen topu Metin kafa ile ağlarla buluşturdu ve zaten sezona iyi başlayamayan rakibinin de guardını düşürdü.
Bebbe’nin Sapara’yı ceza sahası önünde düşürmesi sonucu kırmızı kartla oyun dışı kalmasından sonra ise Ankaragücü’nün işi daha da kolaylaştı ve farklı galibiyete ulaşmayı başardı.
Son olarak;
Böylesine farklı bir galibiyetin kazanıldığı mutlu bir günde amacım kesinlikle şom ağızlılık yapmak değil…
Ancak bu farklı galibiyetin kimseyi yanıltmaması gerekiyor…
Çünkü Ankaragücü’nün takım olma yolunda daha alması gereken çok yolu var.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(28 Ağustos 2010)
İLK YARIYA HAYIR

En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim…

Seyirci olmayınca futbolun keyfi de olmuyor.

Geçen sezondan kalan cezaları nedeniyle sahasındaki maçlarını seyircisiz oynamak zorunda kalan Ankaragücü, Kayserispor karşısında da ünü tüm ülkeye yayılmış ateşli taraftarından yoksun olarak sahaya çıktı.

Bir kez daha ve üstüne basarak söylüyorum, seyircisiz maç tatsız tuzsuz yemeğe benziyor ve şov yanı eksik kalıyor.
Ankaragücü, oyunun ilk bölümünde ligin ilk iki haftasında hanesine 3 puan yazdıran ve bu sezonun flaş takımı olmaya aday Kayserispor karşısında bir türlü istediği oyunu oynayamadı. İlk yarıda misafir takımın 2-3 farklı skora ulaşması da sürpriz sayılmazdı.

Ancak yerinde yapılan müdahalelerle özellikle karşılaşmanın ikinci yarısında oyunun seyri değişti ve güçlü rakibi ile başa baş bir mücadele sergilendi.

Başkent temsilcisinin hala ciddi eksikleri var…

Savunmada sıkıntı yaşanıyor ve bir türlü organize olunamıyor…

Orta sahada takımın “beyni” olabilecek bir oyuncuya acilen ve şiddetle ihtiyaç var. Çünkü oyun bu bölgeden bir türlü istenilen kıvamda başlatılamıyor.

Orta sahaya top tekniği yüksek bir oyuncunun dahil edilmesi şart…

Sakat forvet oyuncuları Vittek ve Sestak’ın en kısa sürede verimli ve tam kapasite ile takıma dönmeleri halinde Ankaragücü’nün arzuladığı sonuçlara ulaşmasının yakın zamanda gerçekleşeceğini söylemek ise kehanet sayılmaz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(16 Ağustos 2010)
A.GÜCÜ HEMEN BARIŞ SAĞLAMALI

Şunca yıllık yaşamımda öğrendiğim en önemli şey; işini layıkıyla yapmak yerine başkalarını “ayar etmeye” kalkarsan üzülen sen olursun…
Hele bunu yapacak çapın da yoksa…
Bu arada “ayar etmek” Türk Dil Kurumu’nun büyük sözlüğünde “bir aygıtın çalışmasını düzeltmek” olarak tanımlanıyor…
Neyse…
Biz Ankaragücü’ne dönelim…
Başkentin sarı lacivertli takımı 100. yılında Trabzonspor ile yapacağı Süper Lig’in 2010-2011 sezonundaki ilk maçına, en önemli motivasyon kaynağı olan seyircisinden, cezalı antrenöründen, sakatlıklar ve ceza nedeniyle çok sayıda oyuncusundan yoksun olarak sahaya çıktı.
Tüm bu olumsuzluklara karşın, sarı lacivertliler savunma üzerine kurulu oyunları ile Trabzonspor’a karşı uzun süre direndiler.
Ancak, sahaya sürülen savunma özellikli çok sayıda oyuncunun direnci de bir yere kadardı ve bu oyuncu yapısıyla gol yememe üzerine kurulan oyun planı da sonunda iflas etti.
Bu oyuncular ile pozisyon üretilemeyeceği de daha maçın başında belli olmuştu. Ayaklarına top yakışan Sestak ile Sapara’nın kenara alınışı ise sonun başlangıcı oldu.
Ankaragücü maç boyunca sadece bir kez o da 68. dakikada Özgür ile net gollük pozisyona girebildi. Onda da genç oyuncu altıpasın içinden topu filelere gönderemedi.
Ayrıca bir şey daha belli oldu…
Ankaragücü’nde Vittek yoksa gol de yok…
Karşılaşma ile ilgili fazla da söyleyecek bir şey yok…
Şimdi yapılacak en önemli iş, en kısa sürede derlenip toparlanmak olmalı.
Sezon başladı. Ancak, hem yönetim hem de teknik direktör tüm camianın birlik ve beraberliğini sağlamaya yönelik çalışmalar yapacaklarına hala yeni cepheler açıyorlar, oraya buraya laf atıp, laf yetiştiriyorlar.
Yeni sezonda, geçen sezonki gibi sıkıntı yaşanmaması için bir an önce başta seyirci ile barış sağlanmalı. Yönetim ve teknik direktör de eleştiriler karşısında kendilerini tutmayı bilmeli.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(9 Ağustos 2010)
MİSAFİRLİĞİNİ BİLECEKSİN

Aslında ligin başlamasına bir hafta kala hem Ankaragücü, hem de Gençlerbirliği’nin güçlerini görmeleri açısından çok çok önemli bir sınavdı.
Gelin görün ki, her iki takım da gücünü test etmek yerine yasak savarmışçasına ortaya koydukları futbol keyif vermedi.
Ankaragücü’nün de Gençlerbirliği’nin de yeni transferleri ile geçen yıldan farklı oldukları ortada…
Ancak dediğim gibi; futbol oynamak yerine sanki zorla üstlenilen bir görevi yerine getiriyormuş havasındaki oyun kimseyi tatmin etmedi.
Ankaragücü geçen yıla oranla daha derli toplu bir oyun planına sahip… Yeni transfer Sestak da etkili ve adından söz ettirecek bir oyuncu…
Gençlerbirliği ise aşırı kontrollü oyunu nedeniyle fikir vermedi…. Kırmızı siyahlıların eğer sezon planı bu ise pek de mutlu etmeyecek gibi. Bu arada Ermin Zec’in adından söz ettireceği ise kesin…
                                         X   X   X
Bir çift sözüm de seyirciye…
Sezon başlıyor, iki başkent temsilcisi derbi mücadelesi veriyor…
Yaklaşık üç aylık aradan sonra takımlar 19 Mayıs’a çıkıyor…
Ancak biletli seyirci sayısı kaç dersiniz?
Sadece ve sadece 4 bin 267 kişi…
Yani daha evinde takımını canlı gözle görebilmen için haftalar var. Ankaragücü’nün ise geçen sezondan kalan iki haftalık seyircisiz oynama cezası nedeniyle taraftarlarına kavuşmasına daha haftalar var.
Kısacası başarının sac ayaklarından en önemlisi olan seyircinin olmadığı yerde takımın hedefe koşması hiç de kolay değil.
                                       X    X    X
Son sözüm ise ''çakma silk''e…
Biz Türkler misafirperver bir milletizdir…
Bu özelliğimizle övünür, evimize gelen konuklarımıza sonsuz hizmet ederiz…
Ancak gelen konuk ev sahibinden rol çalmaya kalkarsa hiç de hoş karşılanmaz.
Daha da açıkçası misafir haddini bilmezse tatsızlık olur.
Bak canım kardeşim…
Ben senin geçmişini de bilirim…
Geçmişte yaptığın işte ne kadar yetersiz olduğunu, her görevin sonrası yaşadığın sorunları da bilirim.
TSYD Ankara Şubesi’nin kupasında sergilediğin haddini aşan davranış hiç de hoş olmadı.
Canının istediği gibi davranamazsın…
Var olan ve imza altına alınan kurallarla kafana göre oynayamazsın.
Kendini bir camianın üstünde görmenin bedelini de ödersin…
Kısacası misafirsen misafirliğini bileceksin.
TSYD’nin tam 44 yıldır ev sahibini olduğunu hatırlatırım. 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(29 Temmuz 2010)
BAŞKENT TARAFTARININ HUZURUNA ÇIKIYOR
Başkentin Süper Lig’deki iki temsilcisi ligin başlamasına bir hafta kala taraftarlarının huzuruna çıkacak.
Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) Ankara Şubesi’nin geleneksel futbol turnuvası bu yıl statü değişikliğine gidip, 4 takım yerine sadece Ankaragücü ile Gençlerbirliği’ni bir araya getirirken, 8 Ağustos Pazar günü saat 20.00’da başlayacak bu karşılaşma hem iki ekibin ligin başlamasına bir hafta kala güçlerini ve eksiklerini görmeleri açısından, hem de başkentin aylardır futbola hasret kalan taraftarlarının özlemini gidermesi açısından büyük önem taşıyor.
Geçen sezon devre arasında yaptığı transferlerle özellikle sezonun sonuna doğru oynadığı futbolla taraftarını memnun eden Ankaragücü bu sezon takımın başına genç teknik adam Ümit Özat’ı getirdi. Sarı lacivertli ekip yaptığı transferlerle takımını yeniledi. Başkentin ateşli taraftarı kuruluşunun 100. yılında takımından çok şey bekliyor.
Gençlerbirliği de 9 transfer ile ekibini yeniden oluşturdu.
Lig öncesi son ciddi sınava çıkacak olan iki başkent ekibinin TSYD Ankara Şubesi Futbol Kupası’nın 44’üncüsünde Ankara’da futbola gönül verenlere bir futbol resitali sunmasını bekliyoruz.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(21 Mayıs 2010)
A.GÜCÜ, BURSA'NIN AÇTIĞI KAPIDAN GEÇMELİ
Turkcell Süper Lig’de 2009-2010 sezonu tüm ezberlerin bozulduğu bir dönem oldu.

Artık hiçbir kulüp başkanı ya da yöneticisi biz şampiyon olamayız ya da bizi şampiyon yapmazlar diyerek taraftarını oyalayamaz, daha da ileriye gidersek amiyane tabirle aldatamaz.

İşte herkes tanık oldu…

Bursaspor Süper Lig’de yeni bir çığır açtı.

Artık Türk futbolunda, öyle çok üst düzey, milyon euroluk futbolcuların olmasa da başarılı bir organizasyonla şampiyonluk kupasının kucaklanabileceği kanıtlandı.

Evet… Bursaspor’un açtığı kapıdan diğer kulüpler de geçmeli.

Özellikle başkent, yıllar öncesinde gerçekleştirmesi gereken şampiyonluk hedefine bu kez ulaşabilmeli.

Bunun için Ankaragücü’nde ve Gençlerbirliği’nde her türlü olanak var.

Özellikle başkentin sarı lacivertli kulübünün hiçbir eksiği yok

Ülkenin en güzel tesisleri Ankaragücü’nde…

Ve yine belki de ülkenin en sadık ve ateşli seyircileri yine onlarda.

Yapılması gereken, Ankaragücü yönetiminin hiç zaman kaybetmeden yeni dönem için organizasyonunu tamamlayıp şampiyonluk hedefine uygun teknik ve oyuncu kadrolarını oluşturup Bursaspor’un açtığı kapıdan geçmek olacak.

Bu arada, Futbol Federasyonu nezdinde pozitif anlamda kulis faaliyetlerinin de unutulmaması gerekmektedir.

Bursaspor’un büyük başarısından çıkarılması gereken bir diğer ders ise sezon boyunca yeşil beyazlıların hiçbir kavganın içinde yer almaması ve bunun semeresini sempati şampiyonluğu olarak taçlandırması olduğunun da gözden kaçırılmamasıdır. 
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(9 Mayıs 2010)
A.GÜCÜ'NDEN YOLA ÇIKARAK

Şu son 15 gün boyunca Ankaragücü’nün Fenerbahçe ile maçı nedeniyle yaşananlar şöyle genel anlamda ortama bakma ihtiyacı hissettirdi.

Öyle bir hava yaratıldı ki, inanılmaz…
CIA, MOSSAD ve eski demir perdenin KGB’sinin üreteceği komplo teorilerini bile aratacak, o gizli örgütlerin uzman elemanlarını bile kıskandıracak, hatta çatır çatır çatlatacak türden iddialar ortaya atıldı…
Öyle ki…
Herkes satılmış…
İnsanların haysiyeti pazarda …
Herkes şerefini, onurunu ayaklar altına almış ve kendini satılığa çıkarmış…
Bunları söyleyenler, yazanlar, televizyonlara çıkıp dillendirenler de koca koca adamlar…
Açıklamalar öyle bir hal aldı ki, herkes birbirini ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla, hırsızlıkla suçluyor.
Şöyle dışarıdan gelen olayların yabancısı bir insanın televizyonları izleyip, gazeteleri okuduktan sonra yapacağı ilk yorum, bu ülkede bir tane mi namuslu insan kalmadı, bu insanların kalbinde gram sevgi kalmamış mı olacaktır.
Ortada hiçbir delil olmadan insanlara leke sürmek bu kadar kolay olmamalı…
Lütfen kendimize gelelim…
Sporun ruhuna uygun davranalım…
Haa bir de; insan en çok kendinde olmayanı dillendirirmiş.
Bunu da sakın unutmayalım.
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(18 Nisan 2010)

ANKARAGÜCÜ'NDEN MÜTHİŞ TEMPO
Ankaragücü, iki hafta önce Ankara’da oynadığı ve 0-0 berabere kaldığı maçtan sonra bugün de Eskişehirspor karşısında özellikle ilk yarıdaki oyunuyla büyük beğeni topladı.
Ligin ateş hattından uzaklaşmak için gereken çok çok önemli 3 puanın yanı sıra, ilk yarıda Eskişehir’de oynanan ve çıkan olaylarda iki sarı lacivertli taraftarın bıçakla yaralanması nedeniyle başka bir anlama da bürünen karşılaşmaya Ankaragücü gerçekten müthiş bir tempoyla başladı.
Sarı lacivertliler kaleci Serkan’dan ilerideki Slovak Milli Takımı’nın da golcüsü olan Vittek’e kadar tüm oyuncular kelimenin tam anlamıyla özellikle ilk yarıda mükemmel bir oyun çıkardılar.
Savunmada, Geremi, Koray, Broggi ve özellikle Rajnoch uyumlu bir şekilde Eskişehirspor’un ataklarını daha başlamadan bitirdiler…
Orta sahada Hürriyet, Kağan, Mehmet Çakır ve özellikle de Saphara ve Rothen kusursuz çalışan bir makinenin dişlileri gibi görevlerini yerine getirdiler. Rakibe orta sahada baskı kurup galibiyetin kazanılmasında büyük rol oynadılar.
Hiç kuşkusuz karşılaşmanın “fark yaratan oyuncusu” olan Vittek ise adeta Eskişehirspor karşısında devleşti ve klasını gösterdi.
Daha maçın hemen başında attığı golle rakibinin “boks deyimi ile  guardını düşüren” Slovak golcü ikinci golün ve kazanılan penaltının da yaratıcısı oldu.
Şimdi yapılması gereken, Ankaragücü’nün 100. yılında, eksikler giderilerek başkentin yüzünü ağartacak takımın adımlarının bir an önce atılması ve sezondan çıkarılan derslerin de göz ardı edilmeden yeni sezonun planlamasının bir an önce bitirilmesidir.
Elbette ki bu benim görüşüm…
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(22 Mart 2010)
DOĞRUSU "BİZ ANKARAGÜCÜ'YÜZ" OLMALI 
Ankaragücü’nün Süper Lig’de beklenen başarıyı gösterememesi nedeniyle yaşanan çalkantılarda bir kez daha gösterdi ki, hiçbir kişi, hiçbir grup, hiçbir yönetim “Ankaragücü benim” diyemez.
Ankaragücü için yapılacak en doğru tarif, “Ankaragücü biziz, Ankaragücü bizimdir” olmalıdır.
Çünkü hep söylediğimiz gibi; Kurtuluş Savaşı’nda ordusuna silah yapanların kurduğu takım, o günlerden bugünlere taraftarı, camiası, sporcusu ve yönetimiyle adeta yaşayan bir canlıdır.
Kuruluşunun 100. yıldönümünde büyük başarılar bekleyen sarı lacivertli camianın içten içe kaynadığı göz ardı edilmemeli.
“Ben” merkezli anlayıştan “biz” anlayışının temel alındığı mantaliteye geçilmeli ve 100 yıllık Ankaragücü çınarının büyümesinde, gelişmesinde payları olan camianın temel direklerinin görüşleri de şu zorlu günlerde dikkate alınmalı.
Bir an önce barış ortamı sağlanıp, “Güçlü Ankaragücü” projesi hayata geçirilmelidir ve Başkent deplasmanı yine tüm takımların korkulu rüyası olmalıdır.
Öte yandan, Ankaragücü Kulübü Başkanı Ahmet Gökçek’in evine yapıldığı iddia edilen taciz de kesinlikle tasvip edilemeyecek bir olaydır. Başkentin bir markası olan Ankaragücü için zor günlerinde elini taşın altına koyanlara en azından saygı duyulmalıdır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
(15 Mart 2010)
ANKARAGÜCÜ'NÜN BİR ŞUTU BİLE YOK

Ankaragücü yöneticileri ve teknik heyetinin sığındığı son kale de Galatasaray maçında düştü.
Sarı lacivertli yetkililer, Ankaragücü’nün bir türlü takım olamadığı, bir oyun organizasyonu olmadığı, iyi futbol oynamadığı eleştirilerine hep, “Ligin ikinci yarısında yenilgi yüzü görmediği ve haksızlık yapıldığı” şeklinde cevap veriyorlardı...
Ancak, Galatasaray karşısında, “Şapka düştü, kel göründü…”
Galatasaray’ın pek de öyle ahım şahım olmayan oyunu karşısında bile Ankaragücü boyun eğdi…
Bahane üretmeye, yenilgiye nedenler bulmaya hiç gerek yok…
Başkent temsilcisi kötü oynuyor ve bu Galatasaray maçında net bir şekilde ortaya çıktı.
Çünkü, Ankaragücü’nün pozisyonu bile yok.
Ankaragücü pozisyon üretemediği gibi, hatta ve hatta maçları bir şut bile atamadan bitiriyor…
Ligde geri sayım başladı…
100. yılında, bir takımın görebileceği tüm olumsuzları yaşayan Ankaragücü’nde, bir an önce akıllar başa toplanmalı ve bu sene kazasız belasız atlatılmalı…
Önümüzdeki sezonun planlaması şimdiden yapılmalı…
Bu toplama takım görüntüsünden bir an önce kurtulmalı…
Başkente, Ankaragücü taraftarına ve camiasına layık yeni bir takım kurulmalı.  
---------------------------------------------------------------------------------------------------
(7 Mart 2010)
SÖYLEMEK İSTEDİĞİMİZ DE BU
İlk günden bu yana Ankaragücü’nün, Türk sporunun 100 yıllık çınarının yapısının farklı olduğunu anlatmaya çalıştık…

Ne yaparsanız yapın, sarı lacivertli kulübü köklerinden koparmanın sonuçlarının iyi olmayacağını dillendirdik…

Geçmiş yönetimler döneminde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle camianın bir bölümünün sığınacak, sert rüzgarlardan korunabileceği bir barınak araması da doğaldı…

Ankaragücü camiasının taraftarıyla büyük bir güç olduğunu ve kesinlikle dışlanmalarının söz konusu olamayacağını ifade etme yoluna gittik…

Taraftarın önüne büyük hedefler koyup sonra da hayal kırıklığı yaşatmanın sonuçlarının olacağını, sadece ligde kalmanın başarı olarak lanse edilmesinin yeterli olamayacağını münasip bir dille anlattık…

Ve işte sonuçları…

Tam 10 haftada, (Hemşehri Gençlerbirliği’nden) alınan 1 galibiyet, 6 beraberlik ve 3 yenilgi… 29 Kasım’da Denizlispor ile Ankara’da oynanan ve sarı lacivertlilerin 1-0 kazandığı maçtan sonraki 10 haftada elde edilebilen puan hepi topu 9…

Tribüne takımının başarısını görmeye gelen taraftarın, özellikle de Ankaragücü gibi köklü camialara gönül vermiş insanların tepkilerinde art niyet aramak hiç de doğru olmaz…
O taraftarlar ki, Ankaragücü’nün vazgeçilmez bir unsurudur…

Zaten anormal olanı taraftarın tepkisiz olmasıdır…

Yani, hiç kimse tribünlerdeki tepkileri “Kendini bilmez bir grup ya da Ankaragücü taraftarını temsil etmiyor” şeklinde tanımlamaya çalışmasın…

Taraftar iyi günde de kötü günde de takımın yanında olan ve canı yandığında da sesini yükselten insanlardır…

Ki onlar boğazlarından kestikleri paralarla maça gitmekte, sadece ve sadece gönül verdikleri renklerin başarısını beklemektedirler…

Bu da onların hakkı olsa gerek.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
(1 Mart 2010)
BU GALİBİYET YANILTMAMALI
Ankaragücü, Gençlerbirliği’ni yenerek haftalardır süren galibiyet hasretini bitirdi.

Bu galibiyetin sorunları çözmesini dilerim. 

Ancak sorunlar hala ortada devasa bir şekilde duruyor.

Çünkü oynanan oyun ışık vermiyor…

Sarı lacivertli takımda uyum sorunu var… 

Organizasyon sorunu var…

Ankaragücü benliği ile bütünleşememiş, hala işin ciddiyetini kavrayamamış olanlar var…, 

Haa bir de; zemin bahanesini ise hiç haklı bulamıyorum…

Sanki Türkiye’de maçların oynandığı diğer statların tamamının zemini mükemmelmiş de, sadece Ankara 19 Mayıs Stadı’nın zemini kötü. Bu kötü zemin de, Ankaragücü’nün teknik (!) oyuncularının başarısını olumsuz etkiliyor. Teknik kapasitesi yüksek yıldızların pas trafiğine menfi etki yapıyor, bu da sonuca yansıyor.

Verilen hava tamamen böyle… 

Yok böyle bir şey…

Ligde geri sayım başladı…

Haftalar sonra alınan galibiyet gerçekten önemli ve en azından psikolojik anlamda büyük değer taşıyor. Ankaragücü daha çok çalışmalı ve o ateşten çemberin içinden bir an önce uzaklaşmalı.

Bu arada, Gençlerbirliği karşısında alınan galibiyet de abartılmamalı. Zaten Gençlerbirliği, ligin ikinci yarısı itibariyle adeta, “Ununu elemiş, eleğini duvara asmış.” Kırmızı siyahlılara göre lig, 17. haftada bitmiş gibi… Oysa, daha ligin ilk yarısında topladığı puanlarla orta sıraları garantileyen Gençlerbirliği, puan cetvelindeki bu rahat durumu nedeniyle Turkcell Süper Lig’in iyi futbol oynayan takımı olmaya adaydı.

Tekrar ediyorum…

Aman dikkat… Bu 3 puan çok çok önemli..Ancak kesinlikle yanıltmamalı…

Rehavet ise düşülebilecek en son durum.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
(22 Şubat 2010)
ANKARAGÜCÜ'NE REVA MI?
Ara transfer döneminin yıldızı, milyon dolarlık transferler yapan Ankaragücü tam 8 haftadır 3 puana hasret.

Yapılan bunca transfere karşın Ankaragücü cephesinde gelinen nokta ise çok ilginç...

"ANKARAGÜCÜ DÜŞMESİN" yeter...

Hedef bu kadar küçültülünce, durumdan pek de hoşnut olmayan insanların ağzından çıkan ilk cümlenin "Zaten bu takım düşmezdi ki" olması da gayet doğal geliyor.

Ankaragücü, 1959 yılında start alan Birinci Lig'in en deneyimli 4 takımından biri...

Lig ihdas edildiğinden itibaren mücadele eden Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın ardından tam 47 sezondur ligde yer alan en kıdemli takımlarından biri...

Sarı lacivertli başkent takımı 1981-1982 yılından bu yana da ligin sürekli mücadele eden köklü takımlarından.

Şimdi bir de gelinen noktaya bakalım...

Ligden düşmemeye oynayan bir takım

Kupa Beyi Ankaragücü kupada yok...

Oynanan oyun hiç kimseyi tatmin etmiyor... Açıkcası iyi futbol oynamıyor...

En son Turkcell Süper Lig'in 14. haftasında Ankara'da Denizlispor'u 1-0 yenmiş...

Sarı lacivertliler o maçtan sonra ligde oynadıkları 8 maçta sahadan 5 beraberlik, 3 yenilgi ile ayrılmışlar... 12 gol yemişler, 7 gol atabilmiş ve 22 hafta sonunda hanesine 22 puan yazdırabilmiş....

Neresinden baksan kısır bir tablo...

3 puanlı sistemde beraberliğin yenilgiden farkının olmadığını söylemeye gerek bile yok...

Tablo böyle olunca sanırım sormaya hakkımız var...

Oynanan futbol, puan sıralamasında bulunan nokta Ankaragücü taraftarına reva mı?

...Ve son soru...

Yine son haftalara kadar ecel terleri mi dökülecek?
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
(9 Şubat 2010)  
ZAMAN DARALIYOR
Ankaragücü başkanlığına seçilirken Ahmet Gökçek ve arkadaşlarının sürekli gündemde tuttuğu birinci konu sarı lacivertli kulübün eski yöneticilerinin yaptığı borçlardı.

Eski yönetimlerin kulübe yüklerinin çok ağır olduğu her fırsatta dillendirildi...

Başkan seçilir seçilmez takımda revizyona giden Başkan Gökçek, en önce teknik direktör Hikmet Karaman'ı görevinden aldı.

Ardından 19 futbolcu takımdan gönderildi. 5'i yabancı 8 oyuncu takıma dahil edildi.

Ee tabii bunların hepsinin bir maliyeti var...

Hem gönderilenlere hem de gelenlere oldukça yüklü bir bedel ödendi...

Gözlerden kaçmaması gereken konu ise Sayın Gökçek öncesi Ankaragücü'nün performansı ile mevcut sarı lacivertli takımın gösterdiği form grafiği ise şu an ki verilere göre dağlar kadar farklı...

Eski para brimi ile yapılan trilyonlarca liralık yatırıma rağmen olumlu anlamda henüz bir adım dahi atılamamış olması ise bir başka gerçek olarak önümüzde...

"Dünya yıldızları" diye transfer edilen hemen tamamına yakını kariyerlerinin sonuna yaklaşmış yabancıların birini geride bıraktığımız, kalan 14 olmak üzere toplam 15 lig maçında gösterecekleri katkı da bir soru işareti olarak karşımızda duruyor.

Kalan 14 haftalık periyotta, ligin devre arasında adeta yeniden kurulan takımın uyum sorununu aşıp, sarı lacivertli taraftarları sevince boğacak sonuçları alacak bir dönemi başlatmaları güç görünüyor.

Henüz yapılanların tartıya çıkarılması için erken denilebilir.

Ancak zaman azalıyor ve sona yaklaşılıyor....

Bu haftalar azaldıkça mücadelenin daha da zorlaşacağı ve sertleşeceği geçmişten deneyimlerle sabit...

Şu anda görülen de Ankaragücü takımının ligde düşme hattının içinde olması ve ecel terleri dökmesi...

Korkumuz, bunca yatırıma karşın varılan sonucun ekonomik olarak yeni bir "batak" olması.
SEVDİĞİM SÖZLER
Planların başarılı olursa, herkes dostun olacaktır; planların başarısız olursa ancak o zaman gerçek dostlarını bulacaksın.

------------------------------------------------------------------------------------------------------

(25 Ocak 2010)
ANKARAGÜCÜ NEDEN HUZUR BULAMIYOR?
Görünüşe göre;

Yönetim krizi çözülmüş...

Para sıkıntısı yok...

Takım "Saray" gibi dünyanın en iyi tesislerinde çalışıyor...

Antrenörü kariyerli mi kariyerli...

"Yıldız" oyuncu transfer etme çabaları var...

Hatta Türk futbolunun 100 yıllık çınarı için yönetimin, "bugüne kadar Ankaragücü için  yapılan tüm planların günlük" olduğu tespitini yapıp yeni bir yol haritası belirleme ve belirlenecek bu strateji ile sarı lacivertli kulübün geleceğinin garanti altına alınması çalışmaları da var...

Ama gel gör ki, bir yavanlık, bir tatsızlık, bir eksiklik, içten içe kaynayan bir huzursuzluk, açıkcası bir olmamışlık var...

Yoksa Ankaragücü ruhu mu kayboluyor ?

İşte asıl en tehlikelisi de bu olur...

Sarı lacivertli camianın savaşçı ruhu giderse o zaman işler daha da sarpa sarar.

Sahadaki oyunun umut ve keyif vermediği bir gerçek olmasına rağmen bulunduğu yerin çok üst  sıralarını hak eden Başkent, dönülmez bir yola girebilir.

Bunda hiç kuşkusuz, 100 yıllık, kitlelere mal olmuş bir camiayı tek başına yönetme isteğinin  sonuçları görülmekte... Ankaragücü yönetimine talip olunurken ve yıllarca süren bu çabalar süresince vaad edilenlerin uzağında kalınması, akıllarda hedef küçültüldüğü izlenimini doğuruyor.

Tavsiyemiz, Ankaragücü'nün kesinlikle Ankaraspor olmadığı akıllardan çıkarılmamalı...

Ankaragücü'nün, Süper Lig'den düşürülen Ankaraspor gibi yapay bir organizma olmadığı, geçmişiyle,  camiasıyla, taraftarıyla ve gelenekleriyle Türk sporunun temel taşlarınan biri, yaşayan bir dev olduğu asla unutulmamalı.
SEVDİĞİM SÖZLER
Yaşam bir düşten ibarettir, eğer sanatcıysak bizler, sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz  bir başyapıta dönüşür. (D.M. Ruiz)
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
(13 Ocak 2010)
ANKARAGÜCÜ İÇİN OLMAZSA OLMAZ
Hiç tartışmasız Ankara'nın en büyüğü, sarı lacivertli taraftarın da tribünlerden haykırdığı gibi Ankaragücü'dür.
Zaten Gökçek ailesinin sarı lacivertli ekibi tercihinin birincil nedeni de camiasıyla, taraftarıyla, Futbol Federasyonu'ndaki güçlü lobisiyle Ankaragücü'nün ülke futbolunun en ön sıralarında yer almasındandır.

Ayrıca, Futbol Federasyonu'nun Ankaraspor-Ankaragücü birleşmesi sırasında düşürülecek takımın Ankaraspor olmasında yaptığı tercih de bu faktörlerin
gözönüne alınması sonucunda belirlenmiştir.

Ancak, ateşli taraftarıyla tüm Türkiye'ye nam salmış Ankaragücü, Tandoğan'dan  Beştepe'ye taşınmasıyla, şimdi de Saray'a yerleşmesiyle adeta taraftarının sıcak bağrından koparılmış ve gözlerden ırak kapalı kapılar ardına gizlenmiş hissi uyardırmakta.

Taraftarının da desteğiyle her zaman tüm takımların korkulu rüyası olan Başkent'in sarı lacivertli futbolcuları adeta yalnızlaştırıldı.

Oysa yurdun her köşesine, her deplasmana koşan taraftarının da desteğiyle başarılar kazanan, adı "Kupa Beyi"ne çıkan Ankaragücü'nün en önemli moral
kaynağı tribünün kesinlikle ve kesinlikle futbolcusunun yanında olması gerektiği inancındayım.

Son söz olarak, 100 yıllık tarihiyle ülke futbolunun ve sporunun en köklü kulüplerinden olan Ankaragücü'nün taraftarı ile sıcak temas halinde olması
her zaman faydalı olacaktır düşüncesindeyim.

SEVDİĞİM SÖZLER

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...
--------------------------------------------------------------------------------------------------------

(11 Ocak 2010)
MERHABA
İlkler her zaman zordur...
Klasspor'daki ilk yazımda ben de bu zorluğu yaşıyorum...
Öncelikle kendi kategorisinde gerçekten büyük başarılara imza atan Klasspor'un değerli okurlarına hitap etmenin gururunu derinden hissediyorum...
Logosundaki ''Taraflı Spor Sitesi'' sloganıyla haberlere yaklaşımını ironik olarak anlatan Klasspor'un gerçekte ''tarafsız'' tavrını kesinlikle benim yazılarımda da göreceksiniz..
Başkent Ankara ve Anadolu kulüplerinden haberleri hızlı, tarafsız ve dürüstlük çerçevesinde hiçbir etki altında kalmadan yayınlayan Klasspor'da buluşmaktan sonsuz mutluluk duyuyorum...
SEVDİĞİM SÖZLER 

İnsan en çok kendinde olmayanı dillendirirmiş... 

Yorumlar